İnsanın doğa ile en derin bağ kurduğu ortamın su altı olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, uzun yıllardır fotoğrafçılık çalışmalarımı su altına yönlendirdim. Amacım, doğal çevrenin önemini ve benzersiz özelliklerini su altı görüntüleriyle vurgulamaktı. Ancak dalış gezilerimde yalnızca su altında çektiğim fotoğrafların, bulunduğum ortamı tam anlamıyla yansıtmakta yetersiz kaldığını fark ettim. İşte bu noktada, su altında farklı fotoğraf tekniklerine yönelerek bu sorunu çözebileceğimi anladım.
Kendi alanımda başvurabileceğim tekniklerden en etkileyicisi, “yarı-yarıya fotoğraf” (split-shots, over-under shots) tekniğiydi. Bu teknik, kadrajın bir yarısını su altından, diğer yarısını ise su üstünden gelen görüntü ile doldurarak çekim yapmayı içeriyor. Böylece hem su altı dünyasını tanıtıyor hem de çevrenin ve coğrafi koşulların fotoğrafa destek vermesini sağlıyordum.
Peki, bu etkileyici kareleri çekebilmek için hangi ekipmanlara ihtiyacım vardı?
Aslında, bu teknik için halihazırda sahip olduğum temel ekipmanlar dışında ek bir malzemeye ihtiyacım yoktu. Aynı kamera, su altı kabini (housing), objektif ve flaşlarımı rahatlıkla kullanabiliyordum. Ancak, bu tekniği başarıyla uygulayabilmek için ekipmanların doğru şekilde organize edilmesi, aydınlatma tekniklerinin etkili bir şekilde uygulanması ve doğru pozlamanın titizlikle sağlanması gerekiyordu.
Çünkü renklerin kaybolduğu su altı ortamında flaş yardımıyla bu renkleri yeniden ortaya çıkarırken, aynı karede flaş ışığına ihtiyaç duymadığımız gün ışığıyla aydınlanan bir ortamı da dengelememiz gerekmektedir. Bu dengeyi çoğu zaman ayaklarımızı basamadığımız ve paletlerimizi kullanarak kendimizi sabitlemeye çalışarak kurduğumuz kadrajlarda sağlamamız gerekir. Bu, kesinlikle fotoğraf elde etmenin kolay bir yolu değildir.
Yüzeyin altında balık sürüleriyle dolu, tropik bitki örtüsüne sahip bir Pasifik adasını hayal edin. Bu, bize mükemmel bir perspektif sunarak çevremizi anlatabileceğimiz harika bir fotoğraf olanağı yaratıyor. Aynı zamanda, bu bölgede yaşananları fotoğrafın izleyiciye aktarırken, su altı dünyasının da izleyicinin karşısına tam olarak yansıması sağlanabiliyor.
Böyle Bir Fotoğrafı Nasıl Çekebiliyoruz?
Öncelikle, ekipmanlarımız arasında bulunan ve su altı fotoğrafçılığının olmazsa olmazı geniş açı lenslerimizden birini kullanmamız şart. Mümkünse en geniş açılı olanını, hatta Balık Gözü (fish-eye) olanlarını! Burada en önemli faktör, suyun altı ve üstünü birbirinden ayıran su hattının fotoğrafı hedeflediğimiz gibi ikiye bölmesidir.
Bu tekniğin anahtarı, en büyük çaplı kubbe portunun (Dome Port) kullanılmasıdır. Geniş bir yarı çapa sahip bir kubbe port, su hattını yönetilebilir hale getirerek hem su üstü hem de su altı görüntülerini net bir şekilde yakalama şansını artırır. Bununla birlikte, geniş bir dome port, alan derinliğini artırarak fotoğrafın her iki tarafında da net ve etkileyici bir kompozisyon elde etmeyi kolaylaştırır.
Bu tekniği mükemmel şekilde uygulayabilmek için süper balık gözü bir lens (fisheye lens) ve geniş çaplı bir dome portunun birlikte kullanılması kritik öneme sahiptir. Balık gözü lensin sunduğu geniş kapsama açısı, tüm sahneyi kadraja sığdırmak için ihtiyaç duyulan esnekliği sağlar. Böylece hem su altı hem de su üstünün büyüleyici uyumu fotoğrafa yansıtılabilir.
Lens ne kadar geniş görüş alanına sahip ve kubbe ne kadar büyük olursa tasarlanan yarı-yarıya çekimler için gerekli şartlar o kadar hazır olmuş olur.
Kabin (housing) vizörü, su altı fotoğrafçılığı için hayati bir öneme sahiptir. Dalgıç maskesi, göz ile kabin vizörü arasında bir mesafe oluşturur. Bu mesafe, kamera vizöründen gelen görüntüyü olduğundan daha küçük görmenize neden olur ve fotoğrafın kenarlarını biraz kırpar. Bu nedenle, kabinlerde ekstra optik vizörlerin kullanımı, ilk bakışta önemsiz gibi görünse de aslında kritik bir rol oynar. Bu vizörler, kadrajın tamamını doğru bir şekilde görmenizi ve kompozisyonunuzu en iyi şekilde yapmanızı sağlar.
Buradan şu sonuca varmak kaçınılmazdır: Başarılı bir yarı-yarıya fotoğraf çekimi için tam kare (full frame) kameralar önceliklidir. Küçük sensörlere ve dar açılı lenslere sahip kompakt kameralar, bu kategorideki fotoğrafçılık için genellikle yeterli kapsama açısını sağlayamaz. Bu nedenle, yarı-yarıya fotoğrafçılık yapmak isteyenler için tam kare bir kamera ve uygun ekipmanlarla çalışmak önemli bir başlangıç noktasıdır.
Günümüzde, kompakt kameraların lens açılarını su altında genişletmek için ıslak lensler ve portlar geliştirilmiş olsa da bunlar hala istenilen düzeyde yarı-yarıya fotoğraf çekimi için uygun değildir.
Yarı-yarıya fotoğrafta, suda olan fotoğrafçı iki büyük zorlukla karşılaşır. İlki, suda stabil kalabilmektir. Böyle bir fotoğraf için açık denizde çalışmak gerekebilir. Dalgıç, taşıdığı ekipmanın yarattığı zorluklar ve deniz koşulları nedeniyle su yüzeyinde sabit kalıp kadraj yapmakta zorlanır. Zemine basıp ayakta durulabilen sığ suda bile deniz şartları durağan değildir. İkinci zorluk ise kadrajı oluşturabilmektir.
Çünkü su yüzeyi, fotoğrafta bir hat oluşturur ve hem su üstü hem de su altını aynı anda düzgün bir şekilde pozlamak gerekir. Yarı-yarıya çekimlerde asıl önemli olan bu sorunun üstesinden gelebilmektir, çünkü fotoğrafın karakteri, bu aşamada yapılacak kompozisyonla şekillenecektir. Mükemmel bir sonuç elde etmek ise oldukça zordur.
Örneğin, parlak bir güneşli günde hem gökyüzünü hem de su altını aynı ton aralığında pozlamak için hem gün ışığından hem de su altı flaşlarından aynı anda yararlanılır. Su altı kadrajın altını doldurur ve bu alanın aydınlatılması su altı flaşlarının işidir. Flaşların, mutlaka objektif hizasının arkasında kalması gerekir.
Su üstü ile aynı değerlerde pozlama yaparken, su üstünden gelen gün ışığı baz alınarak su altı aydınlatması flaş güç ayarları ile dengelenir. Ayrıca, flaşların dolgu flaşı olarak kullanıldığı sığ su çekimleri de mümkündür. Özellikle güneşin parlak olduğu günlerde, kıyı sularında su altı için yeterli ışık olabilir. Ancak, renkler ilk metrelerde kaybolacağı ve gölgelenmeler oluşacağı için, su altı flaşları minimumda olsa bile dolgu görevi görecektir.
Aydınlatma ve pozlama ayarlarını yaptıktan sonra, kompozisyonu hazırlamak gerekecektir. Bu aşamada, port ile temas eden su hattını doğru şekilde yönetmek en önemli beceridir. Her koşulda, deniz su hattı Dome Port (kubbe) tarafından yalanacaktır.
Deklanşöre basma anı, zamanlaması açısından çok kritiktir; çekim sırasında kubbenin ortasındaki çizginin merkeze olabildiğince yakın ve düz olması gerekir. Ayrıca, kameranın suda “eğimini” değiştirmek, görüntü üzerinde etkileyici bir etki bırakabilir. Bu yüzden, bir süre düz çekim yaptıktan sonra, farklı efektler için yukarı ve aşağı açıları da denenebilir.
Tüm bu önlemler alınsa bile, elde edilen fotoğrafın su üstü yarısındaki port üzerinde kalan su damlacıkları dikkat çeker. Bu damlacıklar bazen önemsiz lekeler halindeyken, bazen fotoğrafın kalitesini bozabilirler. Tamamen yok edilmeseler bile, ancak en aza indirgenebilirler. Bunun için karmaşık yöntemler gerekmez; dalgıçların maskelerindeki buğuyu önlemek için kullandıkları yöntem aynen kubbe portunda da uygulanmalıdır. Kalan birkaç damlacık ise bilgisayarda kolayca yok edilebilir.
“Yarı-yarıya fotoğraflar hem su altının gizemini hem de çevremizin doğal güzelliklerini tek bir karede buluşturur. Bu teknik, su altı dünyası ile çevresini anlatmanın en etkili yollarından biridir ve fotoğrafa bakanda kalıcı bir izlenim bırakır.”
Yazı ve fotoğraflar: Ateş Evirgen
Yorum Yap