Petra Gerwers, 1969’da Almanya’nın Mannheim kentinde dünyaya geldi. Henüz 9 yaşındayken ilk kamerasına kavuştuğunda, fotoğrafçılığın kendisine sadece görsel bir ifade biçimi sunmadığını fark etti; bu sanat, aynı zamanda dünyayla doğrudan ve sezgisel bir diyalog kurmanın da kapılarını aralıyordu.
Bu erken deneyim, Gerwers’in kendine özgü, son derece kişisel ve öznel bir görsel dil geliştirmesinde belirleyici oldu.
Gerwers’in 2019 tarihli “Applause to Life” adlı serisi, sanatçının hayata karşı duyduğu coşkulu bağlılığın bir ifadesidir. Renkli arka planlar üzerinde şekillenen değişken perspektifler ve formatlar, psikedelik bir atmosfer yaratarak izleyiciyi içsel bir yolculuğa davet eder.
Mit ile gerçeklik, temel ile yücelik; tüm bu kavramlar, görsel bir girdapta iç içe geçerek sanatçının özgün estetik bakışını oluşturur.
Petra Gerwers için fotoğrafçılık, yalnızca bireysel bir sanat pratiği değildir. Daha önce zihinsel ve fiziksel engelli çocuklarla çalışan bir uzman öğretmen olarak, iletişimin dönüştürücü gücünü yakından deneyimlemiştir. Bu anlayış, onun sosyal bağları güçlendiren, insanlara ses ve görünürlük kazandıran projelere yönelmesini sağlamıştır.
Bu yaklaşımın en dikkat çekici örneklerinden biri olan “Time Travelers” adlı portre serisinde, sanatçı izleyiciye tek bir “doğru” görüntü sunmak yerine, çok katmanlı yansımalarla bireyin derinliklerine inmeyi tercih eder.
Portrelerin çocukluk fotoğrafları ve geçmişe yazılmış mektuplarla harmanlanması, Gerwers’in zamana ve kişisel hikâyelere duyduğu ilgiyi gözler önüne serer. Onun fotoğraf anlayışı, yaşamı sabitlemekten çok, sürekli değişen ilişkiler ağı içindeki hareketi yakalama çabasıdır.
Time Travelers: Zamana Yazılan Mektuplar
Petra Gerwers’in “Time Travelers” projesi, izleyiciyi geçmişe doğru özel bir yolculuğa davet ediyor. Bu projede katılımcılardan, çocukluk dönemlerine ait bir fotoğraf seçmeleri ve o fotoğraftaki “eski benliklerine” bir mektup yazmaları isteniyor.
Ortaya çıkan sonuç ise yalnızca bir fotoğraf serisinden çok daha fazlası: kişisel hafızayla yüzleşme, zamanla bağ kurma ve belki de ilk kez kendine doğru bakma cesareti.
Her portre, bir hikâyenin başlangıç noktası. Kimileri için o fotoğraftaki çocuk yıllardır unutulmuş, kimileri içinse tanıdık ama uzak biri. Bu yüzleşme, bazen beklenmedik duygular uyandırıyor; bir mesafe, bir yakınlık ya da sadece bir merak… Gerwers’in bu çalışması, her izleyicide farklı bir iz bırakıyor.
“Time Travelers”, klasik portre anlayışının dışına çıkarak hem zamana hem de kimliğe dair sorular sorduruyor. Her kare, izleyiciyi sadece geçmişe değil, kendi iç dünyasına da bir adım daha yaklaştırıyor.
Bu proje, izleyenlerde ortak bir hissi uyandırıyor: Kendimize ait bir geçmişin sessizce bize baktığını fark etmek. Ve bazen, yalnızca bir fotoğraf ve birkaç satırla hayatla yeniden bağlantı kurmak mümkün olabiliyor.
Petra Gerwers ile Mini Söyleşi
Sanat, çoğu zaman bize bir şeyleri gösterir; ama bazı sanatçılar vardır ki, onlar aynı zamanda hissettirir, düşündürür, sorgulatır. Alman fotoğraf sanatçısı Petra Gerwers de tam olarak bunu yapıyor.
Onun objektifinden çıkan kareler yalnızca anı dondurmakla kalmıyor, izleyiciyi geçmişle bugünün, gerçeklikle hayalin sınırlarında dolaştırıyor.
Gerwers’in hem bireysel hem de toplumsal bakış açılarını birleştiren çalışmaları, zamanın izini süren ve insan hikâyelerine derinlemesine yaklaşan çok katmanlı anlatılar sunuyor. Çocuk yaşta başladığı fotoğraf yolculuğu, bugün onu portre sanatının sınırlarını yeniden tanımlayan özgün bir isim haline getirmiş durumda.
Sanatçının görsel dilini, projelerine yön veren duyguları ve zamanla olan bağını kendisinden dinlemek istedik. Sizi, Petra Gerwers ile gerçekleştirdiğimiz bu ilham verici sohbetle baş başa bırakıyoruz.
Photoline: Fotoğrafçılıkla bu kadar erken yaşta tanışmanız hayatınızı nasıl etkiledi?
Petra Gerwers: İlk kameramı 9 yaşımda aldım ve o andan itibaren dünyaya bakışım değişti. Görsel olanla iletişim kurmak, konuşmadan da çok şey söyleyebileceğimi fark ettim. Bu, zamanla sadece bir hobi olmaktan çıktı ve hayatımın merkezine yerleşti.
Photoline: “Applause to Life” serinizin arkasındaki ilham kaynağı neydi?
Gerwers: Bu seri, aslında hayatı kutlamanın bir yolu. Renkleri, hareketi ve duyguyu ön planda tuttum. Her karede yaşamın enerjisini ve çelişkilerini bir araya getirmeye çalıştım. Mitlerle gerçekliğin, neşeyle hüznün bir arada var olabildiği bir evren kurmak istedim.
Photoline: Portre çalışmalarınızda bireyin “kesin” bir görüntüsünü vermekten kaçındığınızı görüyoruz. Bu yaklaşımınızın bir nedeni olmalı…
Gerwers: Çünkü hiçbir insan sadece dış görünüşünden ibaret değil. Herkesin bir geçmişi, bir iç dünyası ve katmanları var. Portrelerimde bu çoklu katmanları göstermek istiyorum. Yansıma, geçmiş ve kişisel anlatılar birleştiğinde, izleyiciye daha samimi ve içsel bir portre sunabiliyorum.
Photoline: “Time Travelers” projeniz de bu yaklaşımın bir parçası mı?
Gerwers: Kesinlikle öyle. Bu projeye 2015 yılında başladım. En büyük motivasyonum, kendi içimdeki çocukla yüzleşme isteğimdi. O çocuk hâlâ taşıdığı yaralarla, güvensizliklerle ve cevaplanmamış sorularla içimde yaşıyor. Ona sevgiyle yönelmenin ne kadar iyileştirici olabileceğini fark ettim. Sonra da şu soruyu sordum: Bu odaklanma başkalarına nasıl ulaşabilir? Onları da bu yolculuğa nasıl davet edebilirim? Böylece belki onlar da kendi iç dünyalarına dönüp benzer bir iyileşme deneyimi yaşayabilir.
Zaman yolcularıma sorduğum soru şuydu: Hayatınızda sizi dönüştüren, güçlendiren ya da anlamlı olan kim, ne ya da hangi yer oldu? Bu soruya verdikleri yanıtlar, bazen tek bir kişiyle, bazen kısa bir anla ya da bir mekanla hayatın tamamen değişebileceğini gösterdi. O anlarda kurulan bağlar, aradan yıllar geçse de derin ve kalıcı kalabiliyor.
Photoline: Katılımcıları nasıl belirlediniz?
Gerwers: Katılımcılarımı rastgele seçmedim. Çoğunu zaten az çok tanıyordum. Aslında onları ben seçmedim, hayat bir şekilde yollarımızı kesiştirdi. Stratejik bir planım yoktu. Hem tanınmış hem de tanınmamış kişilere yer vermek benim için önemliydi. Çünkü bu projede çeşitliliği göstermek istedim.
Fotoğraflar da oldukça farklı coğrafyalarda çekildi. Dubai’den Paris’e uzanan bu yolculuk, her katılımcının yaşadığı ya da çalıştığı yerlerde gerçekleşti. Böylece her kare, kişinin kendi hikâyesine ait doğal bir arka planla buluşmuş oldu.
Her katılımcıya küçük bir soru ya da görev verdim. Bu, onları içsel bir yansımaya yönlendirdi. Ortaya çıkan ifadeler, onların neye bağlı hissettiklerini, nelere değer verdiklerini açıkça ortaya koyuyordu. Sürecin bir parçası olarak çocukluklarına, geçmişlerine ve o dönemde kendilerine yazdıkları mektuplara dönmelerini istedim. Böylece izleyici için sadece görsel değil, duygusal bir zaman yolculuğu da başlamış oldu.
Photoline: Fotoğraf sizin için bir iletişim aracı mı yoksa bir ifade biçimi mi?
Gerwers: Aslında ikisi birden. Fotoğrafla hem kendimi ifade ediyorum hem de başkalarının hikâyelerini görünür kılmak istiyorum. Özellikle daha önce öğretmen olarak çalıştığım dönemde, farklı bireylerle güçlü bağlar kurmanın en etkili yollarından birinin görsel anlatım olduğunu fark ettim.
Photoline: Çalışmalarında kullandığın ekipmanlardan bahseder misin?
Gerwers: Bir Nikon D850 ve bir Nikon Df ile başladım; ancak çok geçmeden Leica Q2 monokroma geçtim. Onunla çalışmayı gerçekten seviyorum. Lens klasik bir portre lensi olmasa ve hassas çalışma gerektirse de – portre konusuna yakınlık ve kontrastların mükemmel şekilde yeniden üretilmesi vb. onu kişisel favorim yapıyor.
Photoline: Son olarak, gelecekte hangi temalar üzerinde çalışmayı planlıyorsunuz?
Gerwers: Genel olarak zaman ve anlılar üzerine çalışmaya devam etmek istiyorum. “Zaman Gezginleri”ne devam etmek ve başka insanları tasvir etmek istiyorum. Ayrıca insan ilişkilerinin değişimi, kimlik ve aidiyet gibi temalar da ilgimi çekiyor. Fotoğraf, bu tür derinlikli konuları işlemek için hâlâ en güçlü araçlardan biri bence.
Yorum Yap