Marcel Ducamp’ın çağdaş sanatta bir dönem açan “Çeşme” eserinin “bellekte kalan fotoğraflar” konusu ile bağlamını merak edenler için biraz sabır. Bu ayki yazı konumu seçmeme yol açan bir dostumun hediyesi Will Compertz’in 2012’de yazdığı “Pardon Neye Bakmıştınız” adlı eğlenceli kitabı oldu.
Yazar, kitabı bilge ve ağır bir terminoloji ile değil, “modern sanat”a biraz daha korkmadan bakmamızı ve anlamamızı sağlayacak bir dille yazmış.
Orjinalini 1917 de, replikasını yine Duchamp’ın 1964’te “yarattığı” eser San Fransisco MOMA’da hala sergileniyor. “Yarattığı” mı, “yorumladığı, sunduğu” demek mi doğru olur, bu konu aslında bir tartışma konusu. Bir tesisatçıdan aldığı pisuarı, ters çevirip, üstüne takma isim ile imza attığı ve adını da “pisuar” yerine “çeşme” diye sunması ile bu eseri yaratmış. Her bir eylemi bir devrimi barındırarak, çağdaş sanatta “hazır-nesne” kavramını ortaya atıp yeni bir çağı başlatmış.
Eserin orjinalini görmek sadece Duchamp’ın da seçici kurulunda olduğu Bağımsız Sanatçılar Derneği üyelerine nasip olmuş. Duchamp’ın kendi ismini gizleyip sanatçı ismini R. Mutt olarak eserin üzerine yazıp gönderdiği “heykel” i seçici kurul reddetmiş. Prensipte özgürlükçü, sanatı klasik kalıplardan kurtarmak ve çağdaş sanatçıların eserlerini sunması için fırsat yaratmayı amaç edinen derneğin, eseri reddetmesi aslında seçici kuruldakilerin ne kadar açık fikirli olduğunu gösterdiğinin yanında tartışma konusu olan bu farklı eserin “kalıcılığına” da neden olmuş. Eserin orijinali atılmış, ya da yok olmuş.
Duchamp, bu hareketiyle sanatın tanımını, amacını ve değerini sorgulatmaya başlamış. Modern sanatın ve özellikle “düşünsel sanat” (conceptual art) akımının temellerini atmış. Bu eser, sanatın sadece estetik bir yaratım değil, aynı zamanda bir fikir ve tartışma alanı olduğuna işaret etmiştir. “Sanat fikirdedir, nesnede değil.” diyerek bugün eserlerini hayranlıkla takip ettiğimiz Ai Wei Wei’den Damien Hirste’e, günümüzün güncel sanatçıları arasında en fazla saygı duyulan ve en fazla gönderme yapılan sanatçı olmuştur.
1917’de sadece seçici kurul tarafından görülmüş, daha sonra yok olmuş bu eserin; sanatta bir akım yaratmasına 1964’de MOMA’da sergilenecek kadar ünlenmesine ise “bir fotoğraf” sebep oldu. Bu yazıda o fotoğrafçının izine düştüm. Bu fotoğrafı çeken Alfred Stieglitz’de aslında fotoğrafta da bir çağı başlatan biri. 20. yüzyıl başlarında Amerika’da fotoğrafı ve fotoğrafçılığı güzel sanatlara dahil etmek için çalışan bir fotoğrafçı.
1864-1946 yılları arasında yaşayan, 8 çocuklu Yahudi bir ailenin oğlu olan Stieglitz New Jersey’de doğdu. 11 yaşındayken bir sokak fotoğrafçısının karanlık oda deneyimlerini gözlemleyerek zaten ilgi duymaya başlamıştı. Berlin Polytechnic’te Makine Mühendisliği okurken bırakıp fotoğraf eğitimi aldı.
1883 yılında bir dükkanın vitrininde bir fotoğraf makinası görür ve onu satın alarak fotoğraf hayatı başlamış olur. Yıllar sonra sanatçı bu olayı bir yazısında şöyle anlatmaktadır: “Fotoğraf makinasını vitrinde gördüm ve hemen satın aldım. Eve getirdikten sonra onunla oynamaya başladım. Beni büyülemişti, önceleri benim için çok büyük heyecandı fakat daha sonra hayatımın vazgeçilmez tutkusu oldu.”
1892 yılından sonra Stieglitz, New York ve Paris’in günlük yaşamını görüntülemeye başladı. Fotoğrafçılığı bir meslek olarak yapmaması aileden gelen varlığı nedeni ile onu çalışmaya zorunlu kılmıyordu. O zamanlarda fotoğrafı para kazanmak için çekenlerden ayrılıyor, bu tutkusu ile yapılmayan şeyleri yapmaya ve fotoğrafın bir sanat dalı olarak kabul edilmesi için çabalıyordu.
Fotoğraflarında şehir, manzara, yansımalar ve farklı renkler ile yaptığı denemelerle, resimlerdeki gibi renk, ışık-gölge, an ve estetik unsura önem veriyordu. Stieglitz, “Fotoğrafçı tıpkı ressamlar gibi, fotoğraf üretirken gözlemlerine ve duygularına bağlıdır.” görüşündeydi.
1905 yılında, diğer sanat dallarının yanında, fotoğrafın da artık sanat olarak kabul edilip, sergilendiği iki galerinin kurucusu oldu. Temelini izlenimci ressamlardan alan resimsel “pictoriyalist” türünde fotoğraflar üretiyordu. Resim sanatı da fotoğraftaçılıktaki bu gelişmelerden etkileniyordu. Fotoğraflar artık resme benzediyse, yeni bir şeyler yapmak isteyen ressamlar eserlerini bir fotoğraf makinesinin göremeyeceği türde, formları soyutlaştırarak eser üretmeye başladı.
Erken dönem fotoğraflarında, görüntüyü yumuşatarak, yeşil-siyah mürekkepler kullanarak, resim sanatına benzer foto-gravür tarzı eserler yaptı. Sanatsal fotoğraflar üreten tek fotoğrafçı da şüphesiz Stieglitz değildi ama bunu bir çerçeveye yerleştirip fotoğraf türleri arasında kabulü için fikir üreten ve bu tür fotoğrafların sergilenmesine platform yaratan önemli bir isim oldu.
1899’da Camera Work dergisinde yayınlanan “Sanatsal Fotoğraf” adlı makalesinde “Günümüz fotoğraf dünyasında kabul görmüş üç sınıf vardır: sadece fotoğraf çekmiş olmak için fotoğraf çekenler, tamamen teknik çalışanlar ve sanatsal fotoğraf çalışanlar. İlk grup, istenmeyenin dışında hiçbir şey getirmez. İkinci grup, yıllarca çalışmanın sonucunda iyi bir teknik eğitim edinmiş olur.
Son grup ise, yıllarca biriktirilen teknik bilgiden sonra sanatçının duygu ve düşüncelerini ortaya çıkarır. Bu son sınıftaki fotoğrafçılar, hayatlarının en iyi yıllarını çalışmaya adarlar ve genel bir izleyici, onların çalışmalarına baktığında sanatsal fotoğraf yapmanın çok kolay olmadığını, yıllar boyunca verilmiş bir emek ve içgüdü sonucu olduğunu anlar.” diyor.
Makale şaşırtıcı bir şekilde sanki bugün yazılmış gibi ilginç noktalara da değiniyor: ”Evrensel olarak fotoğraf ve fotoğraf çekmeye gösterilen ilgi sayesinde ve az bir çaba ve bilgi ile fotoğraf yapma işinin halkın eline bırakılmasıyla milyonlarca fotoğraf üretildi. Fotoğrafa olan ilginin artmasının güzelliğinin yanı sıra, bu işin halkın eline bırakılması büyük bir talihsizliktir.
Bu talihsiz hata yüzünden fotoğraf sanatı pek çok kez ağır eleştiriler aldı ve neredeyse bu yüzden popülerliğini kaybediyordu. Fotoğrafçıları objektif olarak değerlendiren sadece birkaç kişi vardır. Bunların dışındaki herkes bütün fotoğrafçıları ya profesyonel bulur ya da “şeytan”.” Stieglitz 125 yıl önce fotoğrafın popülerliğini kaybetme korkusunu dile getirirken günümüz fotoğrafçılığını görseydi epeyce gülerdi diye düşünüyorum.
Stieglitz, 1924 yılında ikinci evliliğini ressam Georgia O’Keeffe ile yapıp, sanat çevrelerine girince görme biçimleri etkilendi. Resim sanatındaki değişim de onun fotoğrafını da etkiledi. Fotoğrafta gerçekten yola çıkarak, resimsel eser üretebileceğinin ispatından, resim sanatının fotoğraf sanatı nedeniyle soyutlaşmaya başlamasından sonra resmin estetik unsurlarını göz ardı etmeden, Paul Strand’ın da fotoğraflarından da etkilenerek resimsel fotoğrafın tam zıddı gerçekçi fotoğraflar yapmaya başladı.
1930’larda, Stieglitz bir kısmı yeni sevgilisi Dorothy Norman’ın nü fotoğrafları olan bir seri fotoğraf çekti. Bu çekilen fotoğraflar çoğunlukla, insan vücudunun mahrem olmayan yerlerini sergileyen artistik ve sanatsal etkiler taşıyordu. Son dönem fotoğraflarında ise ‘eşdeğerler (equivalents)’ olarak adlandırdığı bir dizi portre, manzara ve ‘ünlü’ bulut fotoğraflarını üretti. Georgia O’Keeffe ile birbirlerinin sanatlarını etkileyen, sanat yolculuklarını destekleyen fikir yoldaşlığı ölene kadar sürdü.
Yeni fikirlerin filizlenip kök salması, bu fikirlere uygun zaman, zemin ve etkileşim ağına ihtiyaç duyuyor. Sanatsal fotoğraflar üreten tek fotoğrafçı da şüphesiz Stieglitz, modern fotoğrafçılığın temelini atan ve sanatsal ifade için fotoğrafçılığı kullanmada öncü olan bir figürdür. Çağdaş sanatta “hazır-nesne” kullanımı ile bir devir başlatan Duchamp’ın ikonik eserinin fotoğrafını Stieglitz gibi fotoğrafta da yenilik arayan ve “sanatsal fotoğraf” türünün başını çeken bir fotoğrafçının çekmesi, sanat dünyası için hoş bir tesadüftü belki ya da çağdaş sanatın gelişim ve değişim yolculuğunda, olmazsa olmaz temel taşlarından biri idi.
Yorum Yap