Su altı fotoğrafçılığında dikey kadraj önemli bir yere sahiptir. Su altı fotoğrafçısı bazen soğuk, bazen kirli, bazen kayalık bir dip yapısında, bazen bir çölden farksız uçsuz bucaksız kumluk bir alanda çalışmalarını sürdürmek zorunda kalabilir. Hangi amaçla suya girilirse girilsin ortam şartlarına uyum sağlayarak fotoğraf çekilir. Ama isteriz ki hem hayal ettiğimiz yerde dalalım hem de hayal ettiğimiz fotoğrafları çekelim! Suya girdikten sonra biraz derinde yumuşak ve sert mercanlar ile karşılaşmak, onların üzerinden biraz yüzdükten sonra maviliğin içinde derinlere doğru giden bir tepenin kenarına ulaşmak ve boşluğa kendimizi bırakarak derinlere süzülüp dalışın o baş döndürücü çekiciliğini tatmayı ve bu güzellikleri fotoğraflamayı hangimiz istemeyiz? Zaten çoğu zaman da böyle yaparız.
Gördüğümüz güzellikleri kendi gözümüz ve deneyimimiz elverdiğince kompozisyonumuzu oluşturmaya çalışırız. Fakat bu arada belki de içgüdüsel olarak elimizdeki ekipmanımızı her zamankinden farklı olarak baş aşağı çevirerek kadraj yapaya çalışırız ve fotoğrafı “dik kadraj” yaparak çektiğimizi fark ederiz. Çoğu zaman da zorunluluk nedeniyle su altında yatay yerine dik kadrajı tercih ederiz.
Fotoğraf makinelerinin tasarımı aslında yatay kadraj yapmak için tasarlanmıştır. Bu makineler sağ ve sol el ile tutulup, vizörden veya arkadaki LDC ekranından kadraj yapılarak fotoğraf çekmeye uygun ekipmanlardır. Bunun yanında su altı fotoğrafçılarının bu makineleri, su altında sızdırmazlık sağlayan kabinler içinde ve iki tarafından sağa sola uzayıp giden kollara monte edilmiş flaşları ile suyun yarattığı onca basınç altında kullanma zorunlulukları vardır. Üstüne üstlük tüm sistemi su altında baş aşağı çevirip fotoğraf çekme durumunda kalmak dalgıç için şartları çok daha fazla zorlaştırır. Peki bu zorluklara katlanmanın nedeni ne olabilir?
Farklı bölgelerde dalış profilleri çok farklıdır. Bazen kıyıdan suya girilir ve yavaş yavaş derinleşen bir alanda dalışa devam edilir. Bazen tekneden suya atlanır ve dibe varıldığında düz deniz tabanında fotoğraf çekilmeye çalışılır. Bunun yanında çoğu zaman, deniz dibinden dik olarak yükselen kayaların, mercanların oluşturduğu yamaçlardan aşağı doğru dalış sürdürülür. Aslında su altı fotoğrafçılarının aradıkları bölgeler, daha fazla farklı yaşam formu ile karşılaştıkları, renkli bir su altı yaşamını barındıran bu resiflerdir. Yaşam, dik olarak derinlere inen topoğrafyada toplanmıştır. Açık denizde pelajik yaşam süren pek çok su altı canlısı derinlerden kopup gelip bu dik yamaçlarda buluşmuşlardır. Buralarda denizin yapısı yukarıdan aşağı doğru bir hat oluşturur.
Aslında doğada çizgi yoktur. Çizgiyi insan gözü yaratır. O nedenle su altı fotoğrafçısı, fotoğraf çekerken bu dik yapıyı bir çizgi formatında değerlendirir ve su altında tüm ekipmanını bu çizgi paralelinde “dik kadraj” fotoğraf çekebilecek şekilde pozisyonlandırır. Sonuç olarak, su altında fotoğraf çekenlerin, su üstünde fotoğraf çekenlere kıyasla çok daha sık olarak “dik kadraj” tekniği ile fotoğraf çekmelerinin nedeni budur. Bu bir kural değildir, ancak yamaçlardaki, mercan kümeleri, gorgon dalları, resif balığı sürüleri, su yüzeyi, hatta ters ışık yaratan güneş bile su altı fotoğrafçısını bu dik kadraj için zorlar. Dik inen bir hat, bu hat üzerindeki yaşam, yatay bir kadraj ile ifade edilemez.
Kadraj, tüm fotoğrafçıların olduğu gibi su altındaki fotoğrafçının da iletişim kanalıdır. Bu nedenle konuya uygun doğru kadrajın ne olacağını iyi belirlemek çok önemlidir. Aslında dalgıçlar doğal olarak kadraja yatkındırlar. Çünkü su altında maske kullanmak zorunluluktur. Fotoğraf çekmese bile, her dalgıç su altında maskesinden bakarken farkında olmasa da her an bir kadraj yapmak zorunda kalır. Maskenin sınırladığı bir görüş alanından kendi seçimi ile görüntü alanını oluşturur. Başını çevirdiği alandaki gördükleri aslında görmeyi tercih ettikleridir. Sonuçta kadraj, kişisel görme biçimidir. Su altı fotoğrafçısı da bir dalgıcın görme biçimiyle çeker fotoğrafını. Farklı olan kendi gördükleri arasından başkalarının ilgisini çekecekleri bulup çıkarması, elindeki ekipmanını bu amaca uygun kullanmasıdır. Dalgıçlar arasından kendilerini su altı fotoğrafçısı olarak ayıranlar da fotoğraf çekmenin sadece deklanşöre basmak olmadığını bilenlerdir.
Yüzeyden derinlere doğru inen bir dünyayı fotoğraflamak içgüdüseldir. Bunun için de çoğu zaman su altında fotoğraf çekenlerin tüm kamera sistemini baş aşağı çevirmekten başka çare kalmaz.
Yazı ve fotoğraflar: Ateş Evirgen