Soyut fotoğraf, izleyicinin birikimiyle, bakış açısıyla farklı anlamlar taşıyabilen, farklı okumalara açık, tüm karmaşıklığı ve gizemiyle fotoğrafçıların ve izleyicilerin ilgisini çekmiş farklı bir alandır. Bir fotoğraf karesine, taşıdığından farklı anlamlar yükleyebilmenin, izleyiciye farklı katmanlarda hikaye anlatabilmenin arayışında varılan bambaşka bir noktadır.
Kesin olarak tanımlamak biraz zor olsa da soyut fotoğrafçılığı oluşturan birçok özellik var. Soyutlama, fotoğrafçı bir objeye odaklanarak onu gerçekliğinden yani zaten ona yüklenmiş olan gerçek anlamından uzaklaştırabildiğinde oluşur. Nesnenin açıkça belirttiği şeyin ötesine bakabilmek önemlidir. Onu genel olarak görmekten uzaklaşarak yaratıcı bir şekilde görebilmeyi gerektirir. Bu şekilde çok iyi bildiğimiz eski objelerdeki yeni kavramlar keşfederiz.
İzleyici objeye baktığında ilk olarak onun ne olduğunu düşünmemelidir. Örneğin bir ağacı fotoğraflayabiliriz. Ancak seçtiğimiz açı ve verdiğimiz diğer sanatsal kararlar sonucunda fotoğrafımız artık ağaçla ilgili değildir.
Soyut fotoğraf gerçek görünümle ilgilenmez. Çizgi, biçim, renk, doku ve şekiller üzerine yoğunlaşmıştır. Çoğu zaman izleyici objenin gerçekte ne olduğunu merak etmekten vazgeçer ve fotoğrafın hissettirdiklerinden zevk almaya başlar. Her şey görüntü ile duygusal bağ kurmaktan ibarettir.
Gündelik yaşama farklı bakılarak, gerçek dünyadan elde edilen görüntülerle fotoğrafı gören kişilerin zihninde farklı, gerçekle karşılık bulmayan görüntüler yaratılıp, daha derin duygulara erişilerek farklı düşünceler oluşturulabilir. Artık fotoğraf yapmak olgusu ortaya çıkmıştır. Fotoğrafı yaparken kurgulanıp düşünülen görüntü, gören kişilerin sezgi, yorum, hayat tecrübesi ve bakış açılarına göre onlarda tepkiler oluşturur. Fotoğrafçı dış dünyada zihninde kurguladığı görüntüyü yaratacak nesneyi ararken, çıkış noktası hangi nesne olursa olsun o nesneyi hatırlatmayan görüntüler elde ettiğinde soyut görüntüler yakalamış olur.
Ondokuzuncu yüzyıl başlarında ortaya çıkan Modernizm akımının fotoğrafa bu anlamda etkisi olmuştur. Fotoğrafçının, etrafımızdaki nesneleri gerçekte oldukları gibi değil de yalın ve değiştirilmiş halleriyle, aynı zamanda iç dünyasını katarak sergilediği bir anlatım şekline dönüşmüştür. Fotoğraf artık bildiğimiz anlamda gerçeğin bir aktarımı değildir. Soyut fotoğrafçılık bir hikaye anlatmak gibidir.
Bir objenin ilk bakışta verebileceği çağrışımı ve anlamı uzaklaştırabilmenin en etkili yollarından birisi objemize onu tanıyamayacak kadar yaklaşmaktır. Böylece genel olarak görülemeyen desenleri ve ayrıntıları bulabiliriz. Yakınlaşabilmenin en kolay yollarından birisi de elbette makro objektif kullanmaktır. Makro objektifler esasında etrafımızdaki küçük dünyaları göz önüne sermek için kullanılır. Ama soyut çalıştığımızda amacımız bu değildir.
Işık ve gölge arasındaki ilişkiyi keşfedebilmek fotoğrafçılığın temellerinden biridir.
Etrafımızdaki objelere soyut anlamlar yüklemek için farklı ve dramatik ışık kullanabiliriz. Bu şekilde kompozisyonumuzu oluşturan objeleri gölgeler oluşturarak yeniden tanımlayabiliriz. Gölgelerden oluşan bir ortam tamamıyla eskisinden farklı görünecektir. Işığın objemizi nasıl etkilediği, alanları nasıl vurguladığı ve dokular oluşturduğunu gözlemlemek önemlidir. ışık kaynağının yönünün ve gücünün konunun anlatımında ve tonlamasında büyük etkisi vardır. Yönü değiştirmek ve ışık kaynağınızın gücünü ayarlamak, benzersiz görüntüler veren farklı etkiler sağlayabilir. Örneğin tek bir taraftan yönlendirilen güçlü bir ışık dokuları vurgulayacak gölgeler yaratabilir. Homojen ve dağınık bir aydınlatma ise dramatik havayı dağıtacaktır.
Her zaman olduğu gibi soyut fotoğraflarda da renkler izleyiciyi kendine çeker ve neye baktığını anlatan görsel ipuçları verir ve ruh hallerini etkiler. Renkleri bir ifade biçimi olarak kullandığımızda duyguları daha yoğun bir şekilde aktarmayı başarabiliriz. Bir rengin görsel etkisi onu çevreleyen diğer renklere de bağlıdır. Bu nedenle fotoğraf çekmeden önce objelerimizdeki renklere bakabilir ve canlı olanları vurgulamaya ya da uyumlu olan renkleri bir arada kullanmaya çalışabiliriz. Renklerin birbirleriyle olan etkileşimlerini anlamak onları fotoğraflarımızda en iyi şekilde kullanmamıza yardımcı olacaktır.
Gözlerimiz bir fotoğrafın en parlak veya en karanlık alanlarına bakma eğilimindedir. Eğer oluşan bu ilgiyi yönlendirecek bir şeyler olmazsa çerçevenin bir kısmında sıkışıp kalarak fotoğrafın bir bütün olarak nasıl göründüğünü anlamayabiliriz. Elbette bu durum çekilen tüm fotoğraflar için geçerlidir fakat soyut fotoğraflarda çoğu zaman tanımlanabilir bir özne olmadığı için, izleyicinin gözlerini karenin içerisinde yönlendirecek çizgileri ve eğrileri kullanmak çok önemlidir.
Fotoğraf karesine neleri dahil edeceğimiz yada çıkaracağımız hakkında dikkatlice düşünmeliyiz. Fazla öge her zaman kargaşa yaratabilir ve izleyicinin zihninde belirsizlik oluşturabilir. Sadelik her zaman daha etkileyicidir. Bazen görüntüden ikinci bir objeyi çıkarmak izleyicinin sadece geride kalan objeyi düşünmesini sağlayarak daha fazla gizem oluşturabilir.
Soyut fotoğraf oluşturmak için aslında hiçbir kural yoktur. Ana amaç duyguları uyandırmak için görsel dili kullanmaktır. Tıpkı diğer diller gibi görsel dilin de bir dilbilgisi vardır. Yani ne kadar çok pratik yaparsak o kadar kendimizi geliştirebiliriz.
Fotoğrafçının hayal gücü ve yaratıcılığı ön plandadır. Ayrıca bu çalışma tarzı renklere, dokulara, ve detaylara bakış açımızı geliştireceği için fotoğrafın diğer alanlarında da gelişmemize ve sınırları zorlamamızda yardım edecektir.
Fotoğraf teknikleri zihnimizde tasarladıklarımızı dışa vurmaya çalışırken bize yardımcı olur. Hangi tekniği kullanırsak kullanalım içimizden geçirip dışa vurduğumuz her şey bize özelleşir. Kişisel bir ifade tarzı olan soyut fotoğraf, bizlere özgür bir ortamda kendi iç dünyamıza bakmak için bir fırsat sunar…
Yazan: Özgür Semerci
Bu yazı, Photoline dergisinin Ekim ayı sayısından alınmıştır.