İlk olarak aklımıza gelen şey senaryo olsa gerek. Dışarıdan bakıldığında yaşlı bir bunağın gerçekleşmesi imkansız gibi duran bir hayalin peşinden gittiği, sıkıcı bir aile dramını ekranlara getiren sıradan bir film olarak görülebilir. Siyah-beyaz olması da filme yakınlaşmanızı zorlaştırabilir.Bob Nelson’ın kaleminden çıkan senaryo, son yıllarda gördüğüm en orijinal hikayelerden birini yansıtıyor. Filmin başında yaşlı alkolik bir baba olan Woody’yi, piyangodan büyük ödülü kazandığına dair eline geçen bir postaya inanıp parasını almak için yaşadığı yerden yani Montana’dan Nebraska’ya doğru yürüyerek gitmeye çalışırken görüyoruz. Sonra polisler tarafından ailesine haber ulaştırılıyor ve evine geri dönüyor. Her erkek gibi onda da keçi inadı var; kafasına taktığı işi bitirmeye kararlı. Woody, yaşına başına bakmadan Lincoln-Nebraska’ya gitmek için sürekli evden kaçıyor. Allah’tan fazla yol kat edemeden ailesi tarafından yakalanarak tekrar evine götürülüyor. Sevgilisinden yeni ayrılmış olan oğlu David, bir gün babasını Lincoln’e götürmeye söz veriyor ve arabaya atladıkları gibi yola çıkıyorlar. David, sahte parayı umursadığından değil yaşlı babasıyla vakit geçirmek için bunu yapıyor.
Seyirciyi ilgilendirmeyen aile meselelerin konuşulduğu sahnelerde bile bir mizah yaratmayı başarmış Payne. Bunu başarmasındaki en büyük etken şüphesiz herşeyi olduğu gibi en doğal haliyle aktarması. Zaten filmi izleyen anlayacaktır; espriyle güldüren bir komedi değil kesinlikle. Nebraska, her yönüyle o kadar farklı bir seyir keyfi sunuyor ki izledikten sonra emeği geçen herkesi tebrik edesiniz geliyor.Payne, baba-oğul ilişkisini de ele alırken asıl olarak hiç unutulmayacak bir yaşlılık filmine imza atıyor. Hiçbir şekilde duygu sömürüsüne kaçmamayı başarıyor, bir an olsun eksik etmediği mizahi unsurlar filmi fazlasıyla hafifletiyor. David’in babasına bir milyon doları herşeye sahip olduğu halde neden bu kadar fazla istediğini sorduğunda aldığı yanıtın karşısında duygulanmamak elde değil. Woody, geçmişte gerçekleştiremediği bir hayalini (bu hayal kamyonet almak) yaşamak için bu parayı istediğini söylüyor. Paranın gerisiyle ne yapacağı sorulduğunda da kısa zaman içinde bu dünyadan ayrılacağını ancak giderken gerisinde çocukları için hiçbir şey bırakamayacağından endişelendiğini söylüyor. Bir baba için çocukları hayattaki en değerli şeydir. Woody de bu şekilde baba olmanın ne anlama geldiğini bir kez daha anımsatıyor.
Ders verir nitelikte ilham verici mesajları seyirciyi sıkmadan aktardığı için büyük bir zevkle izliyorsunuz Nebraska’yı. Orta Amerika’nın atmosferini harikulade bir şekilde yansıtan siyah-beyaz görüntüler, filmin hikayesine birebir uyum sağlarken trajikomik yapısına da epey katkıda bulunuyor. Filmin sadeliği ve özgünlüğü içinde umudunuz hep canlı kalıyor, daima kafanızdan ‘Woody belki de hakikaten büyük ikramiyeyi kazanmıştır’ diye geçiriyorsunuz -Woody’nin bir kaybeden olduğunu bilseniz de. Finaldeki yaratıcı sahnede ise içiniz hoş bir hüzün ve neşeyle doluyor. Klişelerden tamamen uzak, tahmin etmenizin imkansız olacağı bir şekilde son buluyor.
Yorum Yap