Yazı: Erdem Aydın
instagram.com/erdemydn
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, bir tarafımız teknolojinin en üst imkanlarına sahip veya onlara aşina ve bir zamanlar fantastik uzay filmlerinde gördüğümüz imkanları günlük hayatına dahil etmiş; diğer yanımız, yani hala doğaya bağlı olan ilkel olan, bakteriler veya mikroplarla savaşmak konusunda eli mızraklı bir mağara insanı kadar savunmasız durumda.
Şu an gelecekte yaşadığımızın en önemli göstergelerinden olan ‘smartphone’ ekranlarından okuduğumuz ‘ışık kontrolünü kolaylaştıracak yapay zekaya sahip fotoğraf sensörleri’ müjdeleyen haberlerle, 60 gündür güneş ışığından mahrum kalıyor olmamız birbirleriyle ne kadar tezat. Ben artık D vitamini takviyesine gereksinim duymaya başlamışken, fotoğraf makinemin de sahnelerin renkli ışıklarını özlemeye başladığından eminim.
Corona Virüs (Covid-19) sebebiyle 2 aydan fazla zamandır karantinada olan ben, güneşin besleyici ışınlarına çıkmak ve psikolojimi yeniden toparlayabilmek için çok fazla beklemek zorunda değilim artık. Normalleşme sürecine göre birkaç hafta içinde gönül rahatlığıyla bisiklet sürüp, sosyal mesafe kurallarına uyarak ‘longboard’ yapabileceğim. Fakat konser fotoğrafları çekmeye ne zaman tekrar başlayabileceğimle ilgili hiçbir fikrim yok. Müzik, eğlence ve sosyalleşme için sanırım bir süre daha beklemek zorunda kalacağız.
Müzik ve eğlence sektörü, özellikle gündelik siyasetin ve daha birçok konunun en fazla etkilediği konulardan biridir. Şehit veya vefat haberleri başta olmak üzere birçok toplumsal durum öncelikle müzik ve eğlence sektörünü sekteye uğratır. Sadece Türkiye’deki müzik hayatını etkilemediği gibi birçok uluslararası konserin iptaline sebep olur ve önemli bir ekonomik sorunun fitilini ateşler. Henüz karantinanın ortalarındayken bile birçok çatlak sesin eğlence sektörüne dair söylemleriyle karşılaştık, tabi ki doğal olarak sektör çalışanlarından ve müzisyenlerden de buna yanıt gecikmedi. Fakat yine de bu sürecin en zor toparlanacak sektörlerinin yeme/içme ve eğlence sektörü olacağını tahmin etmek sanırım hiç zor değil.
Peki nedir bunun sebebi?
Elbette bunun altında yatan en büyük sebep toplumumuzdaki ‘yas tutma’ gelenekleri. Büyük bir aile olarak düşünebileceğimiz Türkiye’nin herhangi bir yerinden, tüm toplumu etkileyen önemli bir kayıp haberi geldiğinde doğal olarak tüm eğlence ve kutlama olayları askıya alınır. Aslında bunda garipsenecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Garip olan bundan sadece canlı müzik yapanların etkileniyor olması. TV’lerdeki eğlenceli diziler devam ederken, şarkı yarışmaları hız kesmezken, yarışma ve eğlence programları ara vermezken o akşamki herhangi bir konser hızlıca başka bir akşama ertelenir veya iptal edilir. Birçok toplumda yas tutmanın başlıca bir yolu olarak tercih edilirken Türkiye’de ilk fırsatta müziğin sesini kısmak, gerçekten akan bir damarı tıkamaktan başka bir şey değildir.
Bugün durum biraz daha farklı elbette. Kalabalık alanlarda bir araya gelmenin Covid-19’un yayılmasına uygun bir ortam sağlayacağını bilmeyenimiz kalmadı artık. Kapalı ve havalandırması bakımından sıkıntılı ortamlarda saatlerce bir arada olmak, birbirimize yakın olmak, temas kurmak bir süre daha yapılmaması gereken şeylerin başında geliyor. Hal böyle olunca eskisi gibi dolu dolu ve eğlenceli konserleri görmek için bir süre daha sabretmemiz gerekecek. Fakat müzik yaparak, organizasyonunda çalışarak geçinen ışık teknisyeninden ses mühendisine, fotoğrafçısından güvenliğine kadar yüzbinlerce insan artık işe başlamayı ve ekonomik anlamda rahatlamayı bekliyor. Bu yüzden mekân sahipleri ve organizatörlerin farklı yöntemler kullanarak sekteyi uğrayan eğlence sektörünü tekrar hayata geçirebilmenin yollarını aradıklarına eminim. Kabul etmek gerekiyor ki önümüzdeki dönemin her sektör için bazı dönüşümleri getireceği gibi eğlence sektörü ve konser organizasyonları için de bazı radikal değişiklikleri görmeye hazır olmak gerekir. Daha küçük sahnelerde, daha az müzisyenle sosyal mesafe kuralına uygun şekilde kurulacak sahneler benim görmeyi ilk beklediğim şeylerin başında geliyor.
Önümüzdeki yaz mevsiminden de faydalanarak bir süre iç mekân konserlerinden daha çok açık hava konserlerini görmek de hiç şaşırtmayacaktır. Daha az sayıda ve mesafe kuralına uyan seyirci fikri de öncelikli olarak kullanılacak yöntemlerden hiç kuşkusuz. Sanırım bir süre, özellikle de festival alanlarında insanların yanlarında yiyecek getirmesi fikrine de alışmak gerekecek. Hijyen konusu sebebiyle bir süre daha dışarıda yemek yemeye duyulacak çekimserlik konusunda insanlara hak vermek gerekir. Enstrümanını ağzındaki maskeyle çalmaya çalışan bir müzisyen veya maskesinin altından içeceğini yudumlamaya çalışan bir konser izleyicisi de sanırım görmeye alışacağımız görüntüler arasında yerini alacak. Tüm bunlara ek olarak, müzisyenlerin ve organizasyon ekibinin sık sık seyahat etmeye mecbur kalması gibi çekinmek zorunda olduğumuz diğer konuları da alt alta sıraladığınızda kabul etmemiz gerekir ki işin şekli biraz değişecek.
Önümüzdeki dönemde daha yerel ve butik, iç mekanların karanlık ve havasız ortamlarından kurtulmuş, tuvalet ve yemek kuyruklarının olmadığı, daha sade ama seçilmiş müzisyenlerden oluşan sahnelerin kurulduğu müzik olayları göreceğimizi düşünüyorum. Online müzik platformları da bu süre zarfında müzisyenler tarafından daha sık kullanılacaktır. Bu yüzden konser fotoğrafı kısa vadede yerini albüm kapağı fotoğraflarına bırakabilir. Hazır online platformlar demişken, son günlerde İKSV’nin başlattığı, festival ruhunu sürdürmeyi amaçlayan biletli online film gösterimleri gibi biletli online müzik etkinlikleri de müzik camiasını destekleyebilen bir fikre dönüşebilir. Tabi fotoğrafçı olarak bu fikrin içinde nasıl yer alacağımızı dair yaratıcı yöntemler bulmak da yine biz fotoğrafçılara kalıyor.
Dünya’nın en esnek ve çevresine en duyarlı iletişim aracı olan müzik, bence salgın sonrasında da kendine yeni bir dil oluşturmayı başaracaktır. Bu noktada sponsorlara her zamankinden daha fazla yük düşüyor elbette. Her şey bu kadar sadeleşirken bilet sayıları doğal olarak düşerken sponsorların yüksek beklentiler içinde olmadan insanların çok özlediği müziğe kavuşması için gereken desteği sağlamaları gerekiyor.
Pandemiden sonra hiçbirimiz hayatlarımızın eskiye dönmesini beklemediğimiz gibi müziğin de dönmesini beklememeliyiz. Son yıllarda İstanbul’da sıkça düzenlenen hafta sonu festivalleri veya Bozcaada Caz Festivali gibi daha seçkin organizasyonları her zamankinden daha fazla göreceğiz gibi geliyor. Dünya’da ve Türkiye’de ne gibi keşiflere çıkacağımızı bilmiyoruz fakat ben daha farklı, daha öznel ve daha mütevazi bir müzik hayatı için sabırsızlanıyorum gerçekten.