Yazı: Kerem Güleç
Milyonlarca insan hemen her sabah akıllı telefonunun alarmı ile uyanıyor. Yani yeni bir güne dair ilk temas bir ekrana doğru. Sürükleme ya da tıklama gibi hareketlerle başlayan o ilk dokunuş, kısa bir bölünmeyle yerini yaşamsal bazı dakikalara bırakıyor; suyla temas, pamuk ya da benzeri dokular, biraz besin maddesi ve kozmetik ürünleri belki. Derken muhtemelen metal formda bazı temaslara geçiliyor; kapı kilitleniyor örneğin. Ardından yürüyüş ve ‘A noktasından B noktasına’ doğru aşılması gereken mesafe, süreç… Bu arada dijital ekrana birkaç kez daha bakılması gerekiyor; yolda yürürken sosyal medya ağlarında hızlı bir sörf, paylaşımların gördüğü ilgiye dair kısa bir analiz derken bu uğraş, muhtemelen taşıt kullanımının neden olacağı bazı ritüeller yüzünden bölünüyor.
Yoğun olarak kuyruğa giriliyor ya da kişisel aracın kapısının açılması gerekiyor. Kişisel taşıt yerine toplu ulaşımın kullanımı çok daha yaygın. Derken B noktasına doğru gidilirken zihni meşgul edecek yeni hamlelere geçiliyor; etrafa bakma, camdan dışarı belirsiz noktalara yönelme ya da akıllı telefon ekranı bu noktada en fazla tercih edilenler.
Akıllı telefon ekranında sosyal medya yine sizi bolca ilgi çekici enstantaneyle baş başa bırakıyor, video bile izleyebiliyorsunuz burada. Oyun oynamakta yaygın. İş ya da okul bölgesine (B noktasına) gelindiğinde ise artık atılması gereken adımlar söz konusu. Süreç bu şekilde işliyor ve en nihayetinde olmanız gereken yere geldiniz…
Dijital Yaşam Güdüsü
Bu kez dinlemenizi, bakmanızı ve anlamınızı gerektirecek yeni bir zamansal süreç başlıyor. Bilgisayar tuşlarına basmak ya da bir şeyler anlatmanız, dinlemeniz hayatınızın önemli bir kısmını oluşturan eylemler arasında. Bu arada sıklıkla gelen bildirim sesleri, yaşam döngüsüne kısa parantezler açıyor; cebinizden çıkardığınız akıllı telefon, size yeni doneler sağlıyor. Dokunulması gereken bazı butonlar, bildirimlerle ilgili okunması gereken yerler…
Sürecin önemli bir gerekliliği de dijital hayatın akışı içerisinde yer alma güdüsü. Bu yeni nesil güdü, fotoğraf çekmeyi veya öğle arasında kahve içilen mekandan söz etmeyi gerekli kılıyor örneğin. Dijital yaşamın doğurduğu bu yeni nesil güdü, sizi adeta tetikliyor. Yolda yürürken, asansörde ya da bir merdivenden inerken akıllı telefonların ön kamerasının kullanılması şeklindeki kişisel olarak fotoğraflanma isteği geliyor. Görsel malzemenin sanatsal ya da haber değeri taşıdığına inanılan arka fon eşliğinde sergilenmesi ile tamamlanıyor.
Her gün bir kez Instagram’dan paylaşım, Facebook’ta durum güncellemesi, YouTube’da video izleme, tweet gönderimi ve diğer sosyal ağ paylaşımları ile çeşitli güdüler tamamlanıyor. Yeni insan, dijital ve paylaşımcı olmayı daha fazla öğreniyor ve yayıyor. Yeni doğan bebeklerin çok yakınında patlatılan akıllı telefon kameralarının flaşları ile başlayan süreçte, hızla ekranlara adapte olan nesiller gelişiyor. İnsanoğlunu biyonikleştirme ve parmaklardan itibaren robotikleştirme aralıksız devam ediyor. Peki ya iyi yanlar? Onlara da değineceğim…
Modern zamanlar
Modern zamanın en kötü hastalığı muhtemelen bir şeylerden geri kalma korkusu. Dijital olarak bağlı olduğumuz dünya, Twitter gibi platformlar ile bize ayrı bir hayat sağlıyor. Örneğin Instagram, özellikle tatil konusunda kıskançlığı tetikliyor. Tabi bunun yanında bir de iş stresi var. Çünkü okunmamış bir e-posta’nın olabileceği veya önemli bir toplantı belki bir o anda bulunmanız gereken bir sunum.
Aslında iş konusunda cep telefonları ve laptop bilgisayarlar en büyük hastalık konusu. Tüm bu cihazlara sahip olmak aslında sürekli stres kontrolü yapmak gibi bir durum. Ancak bir yandan da tüm bu cihazlara sahip olmak yakın tarihteki toplantı ve bekleyen projelerle ilgili endişenizi alıyor. Ayrıca iş veren ve işçilerle daha iyi bir araya gelebiliyorsunuz.
Teknoloji Etkileşimi Artırıyor
Teknoloji çalışanla daha etkili iletişim sağlıyor. Gallup şirketinin araştırmasına göre personel ve işveren arasındaki bu iletişimin eksik veya noksan olması şirketlere yüksek bir maliyete sebep olabiliyor.
TheEmployeeApp ile işyerinin mobil trendleri ile ilgili üç farklı çalışma yürütüldü. Çalışmada 200’den fazla işçi ankete katıldı. Çalışanların %55’i işleri için sürekli seyahat ediyor. Bundan %49’u da yoldayken hala şirketiyle bağlantılı halde kalıyor.
Firmaların yüzde 30’u telefon veriyor
Çalışanların %70 gibi büyük bir kısmı da işverenlerın kendilerine sağlamadıkları cihazları kendileri kişisel olarak çözüyor. Bunlara ek olarak çalışanların %36’lık kısmı da şirket belgelerine ulaşmakta sıkıntı çekiyor. Ayrıca, çalışanların %41’lik bir kısmı da mobil cihazları üzerinden şirket belgelerine erişemiyorlar. Açıkçası iş dünyası sayıları sürekli artan personel yönetimiyle ilgili uygulamalarla şaşkına dönmüş durumda.
TheEmployeeApp’in yöneticisi Jeff Corbin sorunun kaynak eksikliğiyle ilgili olmadığını, bunu insanlara sorduğunuzda daha çok stresle karşılaştığınızı söyledi. Ayrıca bu soruya “ne yapmamız gerekiyor?” sorusu ve bu milyon dolarlık mega eski sistemler ve internet için “tekerleği yeniden mi icat etmemiz gerekiyor?” soruları ile karşılaştığını söylüyor. Corbin’in şirketinin argümanı burada biraz farklılaşıyor. TheEmployeeApp çok popüler olan personel yönetim programlarının hedeflerini kırmak istiyor. Böylece, personel dokümanları direkt buluta yükleniyor. Corbin burada Cisco, Ceaser’s Entertainment, Rust-Oleum ve diğer bir çok şirketle birlikte çalışıyor.
Burada yalnızca TheEmployeeApp şirket tarafındaki yönetimi mobil tarafa almaya çalışmıyor. Aynı zamanda personelle daha iyi etkileşim, verimlilik artışı ve şirket bilgilerine sıkıntısız bir şekilde ulaşmayı hedefliyor. Corbin mobil cihazların notebook bilgisayarların yerini zamanla alacağını da sözlerine ekliyor.
Yorum Yap