Deniz her zaman mavi değildir. Dünyamız uzaydan bakıldığında mavi bir küre gibi görünür. Fotoğraflardan biliriz bunu. Bu nedenle “Mavi gezegen” ismini almış. Aslında onu bir mavi dünyaya dönüştüren dörtte üçünü kaplayan okyanuslar. Biz dalgıçları da kendisine çeken bu eşsiz, sonsuz mavilik. Dalışın en ayrıcalıklı kısmı da bu mavilik içinden süzülerek derinliklere ulaşmaktır. Su altı fotoğraflarına da o mavilik güzellik katar, kompozisyonu güçlendirir. O nedenle su altı fotoğrafçıları güneşin pırıl pırıl parladığı bir günde tertemiz, berrak sularda dalış yapmak ister. Derinlik arttıkça ışık ne kadar azalsa da suyun maviliği hep ön plandadır. Su altı fotoğrafçısının istediği ortam budur.
Planktonlar Su Altı Görüşü Engeller
Ama denizler hep mavi değildir. Güneşin kendini göstermediği zamanlarda sular kararır. Hele iç sular; göller, nehirler çok nadir olarak mavi ve berrak sulara sahiptir. Hem denizler hem de iç sular durağan ortamlar değildir. Denizler ile nehirlerin birleştiği bölgeler, planktonca zengin, akıntıların kuvvetli olduğu ve bu nedenle çok fazla taşınan malzemenin bulunduğu sular, kirliliğin artış gösterdiği bölgeler hem mavi sulara sahip değildir hem de görüş alanı azdır. Ancak bu bölgelerde tersine deniz yaşamı oldukça zengin olabilir, bu sular çok fazla tür çeşitliliği barındırabilir. Bu nedenle su altı fotoğrafçıları bu tip bölgelere kayıtsız kalamaz ve ortam şartlarına uyum sağlayarak fotoğraf çekmeye devam ederler.
Çok önemli kareler ve hatta belgeler böyle ortamlarda elde edilebilir. Özellikle beslenme amaçlı bir araya gelen büyük balık sürüleri, büyük sucul ortam memelileri, balina ve köpekbalıkları gibi büyük canlıların berrak sularla, açık deniz şartlarıyla pek ilgileri yoktur. Tam tersine sıklıkla yeterli besini böyle düşük görüşlü ortamlarda bulabilirler. Onların besinleri olan planktonlar, zooplanktonlar, su altında görüşü bazen 3-4 metreye kadar düşürebilirler. Bazı denizler, kalabalık, büyük metropollerin kıyısını oluşturur. Örneğin Marmara Denizi, bu şekilde kirliliğin neden olduğu düşük görüşe sahip denizlerden biridir. Bunun yanında tatlı sular genellikle düşük görüşe sahip ortamlardır. Su altı fotoğrafçıları, kendileri için ideal olmaktan uzak böyle ortamlarda fotoğraf çekmek zorunda olabilirler.
O nedenle, ancak şartlara uygun çekim teknikleri uygulanarak amaca uygun oldukça kaliteli fotoğraflar elde edilebilir. Bunun yanında birçok bilgisayar programı bu ortamlarda fotoğraflara olumsuz etki eden unsurları ortadan kaldırmak, düzeltmek için fotoğrafçılara fazlaca imkân sunar. Tüm görüntü bozuklukları örneğin sudaki partiküllerden ortaya çıkan geri yansımanın (backscatter) fotoğraf çekerken önlenemeyeceğinden bu programları kullanmak fotoğrafları iyi hale getirmek için gerekli bir adımdır. Ama bu her şeyi bilgisayara bırakma anlamına gelmemelidir. Kirli, görüşün az olduğu sulara uygun tekniği kullanarak çekilen fotoğraflar, sonradan bilgisayar başında fotoğrafçıya büyük kolaylıklar sağlar.
Düşük görüşün olduğu sularda objektif ile obje arasındaki mesafenin elden geldiğince kısa tutulması lazımdır. Aradaki su katmanı ne kadar az olursa obje ile objektif arasındaki fotoğrafa yansıyacak olumsuz etkenler de o kadar az olacaktır. Buradan çıkacak sonuç da görüş şartlarının iyi olmadığı ortamlarda geniş açı objektif kullanma zorunluluğudur. Makro ve yakın plan çekimlerde ise sudaki kötü görüş şartlarının fotoğrafa olan etkisi yok denecek kadar az olur.
Flaş Kullanım Şekline Dikkat
Böyle şartlarda fotoğraf çekerken asıl dikkat edilmesi gereken flaşların kullanım şeklidir. Özellikle geniş açı çekimlerde geniş bir alanı kadraja alırken ışığı fotoğrafta homojen dağıtmak için çift flaş kullanılır. Ancak, kötü su şartlarında çift flaş kullanmak dezavantajlı olabilir. Çoğu zaman tek flaşa dönülür. Çünkü her iki flaşın birlikte çaktığı anlarda, flaşlar ile obje arasındaki su katmanı her iki taraftan güçlü bir şekilde ışıklandırılacağından tüm kadraja partiküller hakim olabilir. Bu da geri yansımaları aşırı derecede ortaya çıkması demektir.
Çekim sırasında tek flaş kullanıldığında ise, ışık tek taraftan yoğunluk kazanmasına rağmen görüntüyü bozan partiküllerin neden olduğu geri yansımalar en az seviyeye düşer. En iyi yol, fotoğraf çekerken flaşsız çekim yapılacakmış gibi makine ayarlarına karar verilmelidir. Bu nedenle ISO ayarı en az 400’e çıkarılmalı ve TTL çekimden vaz geçilerek tek flaş ½ güce kadar düşürülerek manuel çalıştırılmalıdır. Flaşın ışık açışının obje ile objektif arasındaki su katmanının en az bölümünü aydınlatması için uzun bir flaş kolu ile 45 derecelik bir açıda sabitlenmelidir.
Eğer çok genel bir görüntü için çalışılmıyorsa örneğin bir mercan kümesi, bir ıstakozun aydınlatılması amaçlanıyorsa o halde flaşta “snoot” kullanılması avantaj yaratacak ve aynı zamanda farklı bir fotoğraf elde edilmesini de sağlayacaktır. Bu durumlarda ortam ışığı az olduğundan arka planın da fotoğrafa mümkün olduğu ölçüde yansımasını sağlayabilmek için enstantane hızını 1/30’a kadar düşürmek gerekecektir. Düşük görüşün hakim olduğu sularda yoğun bir ön plan, fotoğrafçının en büyük yardımcısıdır. Partiküllerle dolu bir açık suda fotoğraf çekilirse görüntüdeki bozulmanın önüne geçilemez. Bu nedenle kadrajı görsel olarak karışık, yoğun ve mümkün olduğunca açık renkli öğelerle doldurmak sudaki parçacıkların daha az fark edilmesini sağlayacaktır.
Denizler, göller, akarsular su altı fotoğrafçılarının çalışma alanlarıdır. O nedenle hayal edilenin aksine gerçek ortam görüntülerinin su üstüne taşınması söz konusudur. Ancak, su altının bir hayal dünyası olduğu ve su altı fotoğrafçılarının su üstüne taşıdığı görüntülerin herkesin hayallerini süslediği unutulmamalıdır.
Yazı ve Fotoğraflar: Ateş Evirgen