Son dönemin usta yönetmenlerinden biri olan Wes Anderson’ın kendine has muazzam üslubunu en geniş biçimde sergilediği Büyük Budapeşte Oteli, her karesiyle kendine hayran bıraktırıyor ve seyirciyi içine çekip Anderson’ın rengarenk evrenine hapsediyor. Her yerinden sanat fışkıran bu estetik şölenin içine bir kere dahil olunca bir daha ayrılmak istemiyorsunuz, Anderson’ın kurduğu eşsiz dünyada kalıp günümüzün can sıkıcı mevzularını unutarak bu enfes masalın bir parçası olmayı diliyorsunuz. Tabii bu düşünce kişiden kişiye değişebilir, mesela Anderson filmlerindeki bizim hayranlıkla baktığımız ayrıntıların lüzumsuz bir gösterişlikten ibaret olduğunu düşünenler Büyük Budapeşte Oteli’nin atmosferinden pek haz etmeyebilir. Zira dış görünüşünün mükemmelliği bir kenara, derinlere indikçe ortaya çıkan küçük-büyük her bir detayın ne kadar özenilerek tasarlandığını göremiyor ve tablonun altında yatan kelimeleri seçemiyorlarsa bu onların kapalı zihinlerinin sorunudur. Anderson’ın kendi yarattıklarının yanında başka yerlerden esinlendiği fikirler de asla var olduğu biçimleriyle değil, Anderson’ın elinde baştan şekillenerek ekleniyor filme. Yani bu kreatif çalışma yönetmenin, kendi hayal gücünün derinliklerinden meydana çıkarttığı yaratıcılığının doruk noktalarında gezindiği türünün en muhteşem örneklerinden biri.
Bir yönetmen sineması olan Büyük Budapeşte Oteli , bazı nostaljik duyguları harmanlayarak ilk bakışta daha çok hoş bir eğlence vaat ediyor ancak asıl olarak ilgi çeken kısmı yönetmenin hikayeyi anlatış biçimi ve yazar Stefen Zweig’a saygı duruşu niteliğindeki Orta/Doğu Avrupa tasviri. Anderson filmin senaryosunu yazarken hayranı olduğu Stefen Zweig’ın eserlerinden esinlendiğini belirtiyor. Avusturyalı yazar, o zamanlar Avrupa’da giderek yayılan Nazizm ve faşizm sistemine karşı duyduğu çaresizlik ve merhametsiz bir dünyada yaşamaktan duyduğu üzüntü yüzünden 1942’de karısıyla birlikte intihar etmiş. İntiharından önce yazdığı eserde de kendi fikirlerini ve duygularını açıkça dışa vuran Zweig’ın, Anderson’ın üzerinde yarattığı etkiyi filmin her bir köşesinde hissedebilirsiniz. Fakat tüm bu ciddi mesajlar Anderson’ın çılgın sanatı ve bir masal edasıyla anlattığı renkli hikayesinin önüne geçmiyor, bilakis hikayenin içinde saklı olup sadece filme ek lezzet katıyor.
Film ciddileşmekten elinden geldiğince kaçınıyor, absürtlükler ve ince esprilerle daima güldürü unsurlarını canlı tutuyor. Kimi zaman polisiye, kimi zaman dramatik bir komedi oluyor. Seyirciyi kendine bu şekilde bağladıktan sonra da büyüleyici renkler, simetrik çekimler ve pırıl pırıl resimlerle gönüllerde taht kuruyor. Film, genç bir kızın bir parkta yazarın büstünün yanına oturup kitabın kapağını aralamasıyla başlıyor. Ardından görüntü değişiyor, ekrana yazar geliyor ve anlatmaya başlıyor… Filmin esas hikayesi Büyük Budapeşte Oteli’ni büyük bir profesyonellikle çekip çeviren konsiyerj görevlisi M. Gustave ile otele bellboy olmak için yeni gelen Zero (Sıfır) Mustafa’nın eğlenceli macerasını konu alıyor. Oteldeki herkesi, müşterileri dahi yakından tanıyan Gustave’ın yaşlı sarışın kadınlara özel bir ilgisi vardır. Otelin devamlı müşterisi ve Gustave’ın yaşlı sevgilisi olan Madame D.’nin ani ölüm haberi gelir. Bunun üzerine Gustave, yanına yeni çırağı Sıfır’ı da alıp varlıklı bir aileden gelen Madame D.’nin şatosuna doğru yola çıkar. Şatoya vardıklarında Madame D.’nin vasiyetnamesinin okunduğu toplantıya denk gelirler. Madame D.’nin, Gustave’a paha biçilemez bir tabloyu miras olarak bıraktığı ortaya çıkınca büyük bir karmaşa yaşanır ve başta Madame D.’nin oğlu Dmitri olmak üzere tüm aile ikilinin peşine düşer.
Katman katman, bir yelpaze gibi açılan öyküde tarihsel bir savaştan tutun, sıcak bir aşk meselesi, bir gizem çözümlemesi ve hapishaneden kaçış hikayesine kadar birçok farklı türde öykünün içi içe geçtiğini görüyoruz. Hepsini birbirine ustaca bağlayan Anderson, üç farklı zaman diliminde işlediği öyküsünde üç farklı kadraj kullanıyor. Ayrıca o kadar detaycı bir yönetmen ki set, dekor, kostüm, makyaj tasarımlarının yanında filmde kullanılan pasaport, para, gazeteler, raporlar ve mektuplar gibi birbirinden güzel tasarımlara sahip maskotlara şahsen önem vermiş. Her bir malzemenin işçiliğiyle bizzat ilgilenip detaycılıktan ödün vermeyen Anderson, bu film için çok uğraşmış ve nihayetinde kusursuzluğu tatmış. Daha önce Bottle Rocket, Çılgın Liseliler, Tenenbaum Ailesi, Suda Yaşam, The Darjeeling Limited, Yaman Tilki ve Moonrise Kingdom filmlerine imza atan Wes Anderson’ın şüphesiz hem en görkemli hem de en iyi filmi olmuş Büyük Budapeşte Oteli. Moonrise Kingdom’dan sonra bir kez daha şaşırtmayı başararak bundan sonra yapacaklarının üzerine ekleyecek bir şey bırakmamış.
Anderson’ı bir dahi olarak anmanın kanımca hiçbir sakıncası olmayacaktır. Düşlerinden perdeye aktardığı filmde mekan dahil her bir unsur Anderson’ın uydurması. Filme adını veren Büyük Budapeşte Oteli, Budapeşte’de filan değil; 20. yüzyılın Avrupa’sında, tarihte olmayan, Anderson’ın hayal dünyasından çıkıp gelen Zubrowka diye bir ülkenin Lutz şehrinde. Ülkeyi haritalarda var olan bir kıtaya yerleştirse de filmin Avrupası’nın da tamamen Anderson’ın kurgusu olduğu ortada.
Hızlı kamera geçişleri ve yakınlaşıp tekrar uzaklaşan ani kaydırmalarla bir sürü duyguyu ifade edebilen bir yönetmen, bir ‘dahi’ söz konusu. Çekimlerine bir kez daha aşık olduğumuz Wes Anderson’ın bu konudaki yeteneğine şapka çıkarılır. Ara sıra bilgisayara baş vurduğu zamanlarda bile özgünlüğünü yitirmemeyi başarıyor. Bu dönemde böyle bir sinema az bulunur doğrusu.
Bu muhteşem masalın içine bir düşüp, bir kaybolan, hepsi birbirinden değerli aktörleri de bu kadar görselliğin içinde es geçmek ayıp olur. Anderson her şeyi kendi düşlerine göre uyarlarken oyuncularını da fiziksel anlamda değişime uğratıyor. Ralph Fiennes, F. Murray Abraham, Mathieu Amalric, Adrian Brody, Willem Dafoe, Jeff Goldblum, Harvey Keitel, Jude Law, Bill Murray, Edward Norton, Saoirse Ronan, Jason Schwartzman, Léa Seydoux, Tilda Swinton, Tom Wilkinson ve Owen Wilson gibi ünlü isimlerin oyunculuklarına bir kere daha hayran kalırken rol icabı büründükleri karikatürize karakterlere de ağzınız açık baka kalıyorsunuz. Her şeye el atıp üzerlerine imzasını kazımadan filminde kullanmayan Anderson, oyuncuları da makyajlamadan kamera karşısına almıyor. Yıldızlar karması kadroda her oyuncu görevini yerine getirirken en çok pay sahibi olan Ralph Fiennes kendisinden bekleneni fazlasıyla veriyor. Yanındaki ‘çırak’ Tony Revolori ise üstün bir gayret göstererek herkesi şaşırtıyor.
Görüntü yönetmeni Robert D. Yeoman’ın da filme katkısı büyük; cezp edici görselliklerin yaratıcısı Anderson’ı övdüğümüz kadar bu konuda Yeoman’ı da kutlamak gerek. Bir de sahnelerle birebir uyum sağlayan ve filme ekstra hareket kazandıran müzikler var. Alexandre Desplat’nın elinden çıkan parçalar Büyük Budapeşte Oteli’nin enerjisini arttıran en kuvvetli faktörlerden biri.
Sonuçta, karşınızda öyle bir film duruyor ki beğenmemeniz ve bayılmamanız için hiçbir neden yok, ne kadar kurcalarsanız kurcalayın en ufak bir eksik bile bulamayacaksınız bu şaheserde. Benzerine kolay kolay rastlayamayacağımız bir film ve şimdiden yılın en iyisi olmaya aday. Tek bir sorun söz konusu; bu muhteşem filmin süresi biraz kısa ve tadı damakta kalıyor. Ama zaten defalarca izleseniz de bıkmayacağınız için çok da bir mahsuru yok, bu da Büyük Budapeşte Oteli’nin küçük nazar boncuğu olsun bakalım…
Not: Şuanda İstanbul Film Festivali kapsamında da gösterilen Büyük Budapeşte Oteli, Berlinale Festivali’nden Büyük Jüri Ödülü’nü kazanmıştı.
Büyük Budapeşte Oteli / The Grand Budapest Hotel
Vizyon Tarihi: 11 Nisan 2014
Yapımı: 2014 – ABD
Tür: Dram, Komedi
Süre: 100 Dak.
Yönetmen: Wes Anderson
Oyuncular: Ralph Fiennes, Tony Revolori, F. Murray Abraham, Adrien Brody, Tilda Swinton
Senaryo: Wes Anderson
Yapımcı: Jeremy Dawson, Scott Rudin, Steven M. Rales
Yorum Yap