İnsanı doğadaki diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de gelişmiş bir belleğe sahip olmasıdır. Belleğin tanımını kısaca “öğrenilmiş ya da yaşanmış konuları, bunların geçmişle ilgisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü” olarak ifade edebiliriz. Bellek insanın öğrendiklerini başka insanlara aktararak, uygarlığın gelişmesini sağlayan en önemli insan becerisidir. Bireylerden oluşan toplum, ortak toplumsal bellek sayesinde geçmişten öğrendiklerini kullanarak gelişimi sürekli kılmıştır. Bugünü anlamada, geleceği doğru planlamada “bellek” her zaman toplumların en büyük gücü olmuştur.
İnsan yaşadıklarını hemen unutamaz. Üzerinden zaman geçtikçe beyin gereksiz ayrıntıları silerek, önemli kısmı saklar, gerektiğinde geri çağırmak için hazır tutar. İnsan tarihi boyunca belleğinde tuttuğu, etkilendiği, önemli bulduğu her şeyi diğer insanlara anlatmanın bir yolunu aramıştır. Mağara duvarına resim çizmekle başlayan anlatma yolculuğu, taş yontma, yazıyı bulma, resim çiziminde ustalaşma şeklinde devam etmiştir. Daha etkileyici, daha çarpıcı, daha akılda kalıcı anlatmanın yollarını arayan insan sanatın çeşitli dallarını da tarih içinde icat etmiştir. Bu uzun yolculuğun son halkaları da fotoğraf ve sinemadır.
Kodlama, depolama ve geri çağırma
İnsan belleğinin oluşmasında, yaşanılanların, öğrenilenlerin depolanmasında görselliğin ayrı ve önemli bir yeri son yıllarda ispatlanmış bilimsel bir gerçektir. Yapılan araştırmalar insan belleğin üç evresinin olduğunu ortaya çıkardı: Kodlama, depolama ve geri çağırma. Özellikle kodlama aşaması belleğin oluşmasında hayati bir öneme sahiptir. Duyu organlarıyla elde ettiğimiz bilgiyi belleğimizin kabul edebileceği bir koda, simgeye dönüştürürüz. Yeni tanıştığımız bir insandan “güler yüzlü, somurtkan” gibi sıfatlarla bahsetmemiz bu kodlama çabasının bir sonucudur. Beynimiz ne kadar güçlü bir kod-simge üretebilirse, o bilgi, deneyim o kadar uzun süre belleğimizde saklanır ve gerektiğinde hızlıca geri çağrılır. Görsel kodların en güçlü kodlar olduğu günümüz de tüm eğitimcilerin kabul ettiği bir gerçektir.
1800 yılların ilk yarısında icat edilen fotoğraf, mağara duvarlarından başlayan resim çizerek anlatma, etkileme, akıllarda kalma çabasının bir sonucudur. Avrupa resim sanatı yüz yıllar içinde mükemmelleşerek toplumsal belleğin oluşmasında, toplumların yaşam kültürünün günümüze kadar aktarılmasında çok önemli roller üstlenmiştir. Ressamlar tarafından üretilen güçlü simgeler belleklerde kolayca kendilerine yer bularaki, tüm dünyanın zihninde bir Avrupa oluşturulmasına yardımcı olmuştur.
İcat edildiği yıllarda fotoğrafa da ilk yüklenen görev gerçeğin bir kaydedicisi bir belge üreticisi olmasıdır. Resim gibi el becerisine değil de, bir aygıtın üretimi olduğuna inanılması sayesinde resime göre gerçeği daha doğru yansıttığına inanılmıştır. Yine resime göre daha hızla üretilmeleri, daha ucuza gelmeleri (en başta olmasa bile) çoğaltılabilmeleri sayesinde once kişilel belleklerimizde sonrada hızlıca toplumsal belleklerimizde yer almıştır. Şimdiki ismini alıncaya kadar Fransa’da halk arasında fotoğrafa miroir de mémoire (hafızası olan ayna) denmesi insanların yeni anlatım aracına nasıl bir misyon yüklediklerinin güzel bir örneğidir. Belgesel fotoğrafın ilk örnekleri Çok değil 40-50 yıl öncesine kadar çekilen her fotoğraf bir belge olarak kabul edildiği halde, “belgesel fotoğrafçılık” adlı bir ayrı bir fotoğraf tarzı nasıl ortaya çıkmıştır ve neden önemlidir?
İlk örneklerine baktığımızda bazı çalışmaların, belgesel fotoğraf çalışması olarak anılmasının en önemli sebebi, seçilen konulardır. İlk Belgesel Fotoğraf çalışmaları olarak anılan çalışmaların konularına beraber bir göz atalım: 1842 yılında David Octavius Hill ve Robert Adamson tarafından çekilen İskoçyalı balıkçıların çalışma koşullarını anlatan fotoğraflar ilk belgesel fotoğraf çalışmaası olarak kabul ediliyor. 1855-1856 yıllarında Roger Fentom Kırım Savaşı’ndaki yaşam koşullarını fotoğraflamıştır. Fentom’un fotoğrafları gazetelerde de basılmış, Kırım Savaşı’nı geniş kitlelere göstermiştir. 1870’li yıllarda John Thomson “Londra’da Yaşam” çalışmasıyla Londra’daki yoksul insanları fotoğraflamıştır. Listeyi daha da uzatabiliriz ama 1900’lü yıllarda çocuk hakları kanunlarının çıkması sağlayan bir çalışmayla ilk örnekleri noktalayalım: Lewis W. Hne gerçekleştirdiği “Çocuk İşçiler” çalışmasıyla belgesel fotoğraf tarihinin belki de en önemli örneği oluşturup kanunlar çıkmasına sebep olmuştur.
Gördüğünüz gibi ilk belgesel fotoğraf çalışmalarında seçilen konular, zorluk içeren, toplumsal huzur için çözülmesi gereken ve çözülmesi için de toplumun harekete geçmesinin gerektirdiği konulardır. Fotoğrafçılar elde ettikleri güçlü görsellerle konuyu diğer insanların gündemine sokmuş dolaylı olarak da toplumu harekete geçirmişlerdir. Aynı zamanda konuyu geleceğe de taşımışlardır. Sorunları görmezden gelmek, problemi kabullenmemek psikolojik bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Toplumlar için de durum aynıdır. Belgesel fotoğrafçılar konularını seçerken, daha çok görülmek istenmeyen, bilinen fakat göz önünde olması engellenen insanlardan yola çıkarlar. Sıradanı, görünmez olanı önemli ve çarpıcı bir hale getirerek toplumun “gözüne sokarlar”
Belgesel fotoğraf projeleri nasıl olmalıdır?
Belgesel fotoğraf çalışmalarının bir diğer önemli özelliği de, ortaya çıkan projelerin tek veya 3-4 fotoğraftan ibaret olmamasıdır. Belgesel fotoğraf projeleri bir konu (konu bir kavramda olabilir) başlığı altında çekilmiş onlarca fotoğraftan oluşurlar. Böylece anlatılan konunun ender rastlanan, tek tük karşımıza çıkan bir bir durum olmadığını tam aksine yaygın bir durum olduğu bilgisi ve hissi seyirciye verilir. Böylece konunun gerçek olduğu duygusu seyircinin kafasında oluşturulur.
Hepimiz başkalarına bir şeyler anlatırken hikayeleştiririz. Bir tatil anısı da anlatsak, bir derste anlatsak duygularımızı ve bilgilerimizi karşı tarafa anlatmanın en güçlü yöntemlerinden biridir hikayeleştirme. Toplumun ortak belleğinin oluşmasında önemi çok büyüktür. Tüm toplumların bir ortaya çıkış destanın olması bellek ve hikayeleştirmenin ilişkisini gözler önüne serer. Belgesel fotoğrafçılar da, ele aldıkları konuyu farklı yönleriyle, onlarca fotoğrafı yan yana getirerek ama en önemlisi de, bir sıraya koyulmuş fotoğraflar sayesinde seyircinin karşısına çıkartarak konunun hikayeleştirilmesini sağlarlar. Ve bu sayede konu zihinlerimizi daha fazla meşgul eder.
Fotoğrafçı her zaman gerçeğe müdahale eder
Belgesel fotoğraf, konunun bire bir gerçeğini yansıtan bir belge değildir. Böyle bir belgeyi zaten hiç bir şekilde oluşturamayız. Gerçeğe biçimsel olarak çok ama çok benzeyen görüntüler elde etmek gerçeği tam anlamıyla kayıt edebildiğimiz anlamına gelmez. Belgesel fotoğraf, hali hazırda varlığını devam ettiren bir konunun fotoğrafçı tarafından yorumlanmasıdır. Biz bir belgesel fotoğraf çalışmasını seyrettiğimiz zaman, gerçeğe değil gerçeğin daha çarpıcı, daha akılda kalıcı (biçimsel seçimler) sıraya konulmuş haline bakarız, etkileniriz. Belleğimize güçlü simgeler olarak kaydederiz. Bizi etkileyen aslında fotoğrafçının şahit olduğunu yorumlaya bilme becerisidir. Resim sanatında, edebiyatta, müzikte olduğu gibi. Belgesel fotoğraf illa bir şeyin belgesi olacaksa fotoğrafçının o konuda ne düşündüğünün konuyu nasıl yorumladığının belgesidir. Konunun ne kadar gerçek olduğu fotoğrafçının beyanı ile sınırlıdır. Biz çoğu zaman fotoğrafta gördüğümüze fotoğrafçının ne kadar müdahale ettiğini bilemeyiz. Zaten dondurmak, kadrajlamak, objektif değişimi gibi fotoğrafik seçimler sonucu, fotoğrafçı her zaman gerçeğe müdahale eder, bundan kaçamaz.
Etkili bir belgesel fotoğraf çalışmasından beklenen sadece şahit olanın yansıtılması değil, fotoğrafçının şahit olduğu etkileyici, çarpıcı bir şekilde yorumlayarak seyirci için yeni bir gerçeklik yaratması, konuyu toplumun belleğine bir daha silinmemek üzere sokmasıdır. Güçlü bir görselliğe bürünmüş etkileyici bir hikaye insanları her zaman harekete geçirir.
Özet olarak belgesel fotoğraf, diğer tüm iletişim yöntemleri gibi, insanın yaşadıklarından, şahit olduklarından önemli bulduklarını başkalarına aktarmak için kullandıkları yöntemlerden biridir. Diğer fotoğraf tarzlarından farkı, belgesel fotoğrafçıların seçtikleri konular ve o konuları işleyiş tarzlarıdır. Fotoğrafçı görülmek istemeyenin, görünmez olanın peşine düşerek güçlü fotoğraflarla (kadraj, açı vb.) bir görsel hikaye oluşturur. Bu sayede konunun gündeme gelmesini, üzerine konuşulmasını sağlar. Toplumsal belleğin oluşmasında görsel bir katkıda bulunur ve bir şeylerin yok sayılmasını sağlar.
Çünkü insanın her zaman gerçeğe ihtiyacı vardır.
Yazı:Altan Bal, İFSAK Yönetim Kurulu Başkanı
altanbal@ifsak.org.tr