Altan Bal, İFSAK Yönetim Kurulu Başkanı
altanbal@ifsak.org.tr
Bir belgesel proje hazırlanırken seçilen konu, hem sizin fotoğrafik seçim ve becerilerinizin ortaya çıkmasına izin vermeli, hem de izleyicinin ilgisini çekmelidir.
Photoline Dergisi yazı işleri müdürü sevgili Cem Kıvırcık, 2003 yılında sergilediğim ve çok ses getiren “Bekar Odaları” belgesel projemin nasıl gerçekleştiğini yazmamı istedi. Cem’in kelimeleriyle söylersek, “bir belgeselin anatomisi”ni yapmamı istiyordu. Öncelikle bu güzel fikri için kendisine teşekkür ederim. Fotoğraf projelerinin nasıl ortaya çıktığını, fotoğrafçının konuya nasıl ve neden karar verdiğini, nasıl bir planlamayla çalışıldığını, fotoğrafları üretirken nelere dikkat ettiğini, fotoğrafları seçerken nasıl bir yöntem izlediğini konuşmak hem projeyi daha iyi anlamamızı sağlar hem de yeni projelerin ortaya çıkmasına da büyük bir katkı verir.
Bir Belgeselin Anatomisi
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü 3.sınıf öğrencisiydim. Eğitim yılının ilk günleriydi. Bir önceki yıl biraz maddi yetersizliklerden biraz da ne tür fotoğraflar çekmek istediğime karar vermek için, okulu dondurmuştum. Filmli zamanlarda fotoğraf bölümü öğrencisi olmak çok masraflıydı. Bölüme, belgesel projeler üretmeye karar vermiş bir şekilde döndüm. O zamanlar -belki şimdi de öyledir-fotoğraf bölümü 3.sınıf başında Belgesel Fotoğrafçılık dersi için bir konu seçmeliydiniz. Seçtiğiniz konuyu 3-4 ay boyunca çekip dersin hocası olan, sayın Sabit Kalfagil’e her hafta gösterip fikrini ve onayını almanız gerekiyordu. Gerek daha önce de bir başka üniversiteyi 4. senenin başında bırakıp, fotoğraf bölümüne geldiğim için, gerekse biraz sabırsız olduğum için yapacağım ödevin yalnızca bir ödev olarak kalmasını istemiyor, portfolyomun bir parçası olmasını hedefliyordum.
Yazının bir anılar yazısı olmasına izin vermeyelim isterseniz; bir belgesel proje hazırlamanın en önemli kararı konu seçmektir. Konu hem sizin fotoğrafik seçim ve becerilerinizin ortaya çıkmasına izin vermeli, hem de izleyicinin ilgisini çekmeli ve belgesel fotoğrafçılıktan konuştuğumuza göre toplumsal olarak da bir önemi olmalıdır. Elbetteki bu başlıklara verilecek her cevap biraz da özneldir. Sizin için önemli olan bir konu hocanız için, seyirci için önemli olmayabilir.
Sabit Hoca’ya çalışacağımız konuya bildirmeye ve onay olmaya sadece bir gün kalmıştı. Etkili bir konu bulamamıştım. Kafamda sorular, bir pazar günü evde televizyonu zaplıyordum -evet internet şimdiki kadar kolay ulaşılabilir değildi-. Kanalın birinde Şerif Gören’in yönetmenliğini yaptığı “Herhangi Bir Kadın” adlı filmine rastladım. Hülya Koçyiğit, Tarık Akan, Cihan Ünal, Yaman Okay, İhsan Yüce’nin başrollerini oynadığı filmin konusu kısaca şöyleydi: Yıldız (Hülya Koçyiğit) zengin babasının (İhsan Yüce) olanaklarından yararlanmadan yaşamak için evden kaçıp, normal bir apartmana taşınmış “halka karışmıştır”. Hamal Cemal (Tarık Akan) bir handa bekar odasında arkadaşlarıyla (Yaman Okay) beraber yaşamaktadır. Fotoğrafa meraklı Yıldız birgün fotoğraf çekmek için Hamal Cemal’in yaşadığı bekar odasına gelir. İşte bu sahne ekrana geldiği zaman, babamın çocukken bizi oyalamak için anlattığı anıları geldi. Babam Erzincan’dan İstanbul’a gençken geldiğinde bir süre bekar odalarında kalmış, kısa bir süre kalmış olsa da hayat boyu unutamayacak anılara sahip olmuştu. “Bekar Odası” Anadolu’dan İstanbul’a çalışmaya gelen gurbet kuşlarının, en az 4-5 kader arkadaşıyla birlikte yaşadıkları bir odadan oluşan yerlere deniyor. Babamın anlattığı bekar odaları hikayeleri, televizyonda karşıma çıkan filmden görüntülerle birleşince, belgesel proje olarak ne çekmek istediğime karar vermem kolay oldu.
Yazıyı ayrıntılara boğmamak için proje konumu Sabit Hoca’ya kabul ettirme sürecine girmedim. Hoca’nın haklı soruları ve çekinceleri vardı. Israrım, inadım ve Sabit Hoca’nın gösterdiği anlayış sonucu “Bekar Odaları”na oluru almıştım.
Nereden başlamalı?
Ve bir belgesel projeye gerçekleştirmek için cevaplamanız gereken ikinci soruyla yüzleşmiştim: Nereden başlayacaktım? Her hafta derste göstermek zorunda olduğum için araştırmak, okumak için maalesef fazla zamanım yoktu. Aklımda babamın anlattığı hikayelerle beraber, Süleymaniye’ye doğru yola çıktım. O zamanlar Süleymaniye ile Eminönü arasında kalan Küçük Pazar semtinin neredeyse tamamı Bekar Odaları’ndan oluşuyordu. Yanıma fotoğraf makinesi almadan bekar odaları sakinlerinin zaman geçirdiğini düşündüğüm bir kahveye gittim. Orada tanıştığım insanlara öğrenci olduğumu, bir proje yaptığımı anlatıyordum. Herkes ağız birliği etmişcesine “burada bekar odası yok ki” diyorlardı. Bunun sebebini aylar sonra öğrendim. Ben projeye çalışmaya başlamadan önce bir gazetede semtten bir fotoğraf yayınlanmış. Ve hemen ertesi günde zabıta semti basıp, olaya müdahale etmiş! Bu yüzden başlarına bir şey geleceklerini düşündükleri için bir şekilde benden kurtulmaya çalışıyorlardı.
Belgesel fotoğraf projelerinin önemli bir özelliği de uzun zamana yayılmış olmalarıdır. Hepimizin gitgide sabırsızlaştığı bu zamanlarda, bir projeye üç yıl ayırmak çok zor gelir biliyorum ama etkili bir belgesel proje geniş bir zamana yayılarak konunun her boyutuyla gözler önüne serilmesini sağlar. 7-8 hafta boyunca aynı kahveye gidip, tanıştığım insanlara durumu anlattım. Pek bir gelişme olmadı. 2 ay geçmiş bir kare fotoğraf çekememiştim. Sonra bir gün…
Kahveye gelip giden bir amca, genç bir gruba dönerek “ya bu öğrenci haftalardır gelip gidiyor, bekar odası fotoğrafı çekecekmiş. Sizin odaya götürün de bir çeksin işi görülsün” dedi. Ve bu sayede ik fotoğrafı çektim.
Hemen bir sonraki pazar, (hafta arası çalıştıkları için sadece pazar günleri bekar odalarına girebiliyordum) evdeki karanlık odamda bastığım fotoğrafları sahiplerine vermek için tekrar Küçük Pazar’ın yolunu tuttum.
Yıllardır İstanbul’da yaşadıkları halde, bir tane bile fotoğrafları olmayan bu güzel insanlar, ben fotoğrafları hediye edince çok ama çok sevindiler. Cep telefonların çok az olduğu, olanlarında fotoğraf çekemediği o zamanlarda fotoğraf kıymetli bir hediye idi. Ve bedavaya fotoğraf çektiğim söylentisi kulaktan kulağa yayılınca Küçük Pazar’ın tüm bekar odalarına girebilme şansına sahip oldum.
Çok düşünüp az çekmek
Bekar Odaları zayıf bir ampulle aydınlanan, neredeyse karanlık diyebileceğimiz yerlerdi. Kullandığım siyah-beyaz film en az 3200 ASA olmalıydı. Onu da makineye 6400 diye tanıtıp bir stop diyafram kazanıyorduk. Evet yabancı geliyor kulağa biliyorum. 3200 ASA film pahalı bir filmdi. Bir öğrenci, en fazla ayda bir kaç makara alabilirdi. Çünkü çok pahalıydı. O yüzden çok düşünerek ve azar azar çekmek zorundaydım. Aylarca her cumartesi öğleden sonramı ve tüm pazarımı bekar odalarıma ayırdım. Çoğu arkadaşım olmuştu. Tüm hafta sonu beraber zaman geçiyorduk.
Çektiğim fotoğrafları hafta içi Sabit Hoca’ya gösteriyordum. Fotoğrafa daha çok biçimsel öncelikli baktığı için, bekar odaları onun gözünde biraz zayıf kalıyordu. Sonuçta çok az ışığın olduğu, insanların genellikle oturduğu odalarda fotoğraf çekiyordum.
Anılara kısa bir ara: Bir projenin sağlıklı ilerlemesinin bir şartı da, fotoğraflarını ara ara birilerine göstermenizdir. Belli bir süre sonra ya fotoğraflarınızı hepsi size çok güzel gelmektedir ya da gözünüze çok sıradan gözükmektedir. O yüzden fotoğraf kültürüne güvendiğiniz, yapmaya çalıştığınız projeyi anlayan birisine düzenli aralıklarla fotoğraflarınızı göstermenizi tavsiye ederim.
Projeye başladıktan bir süre sonra kurucuları arasında Yücel Tunca, Özcan Yurdalan, Kemal Cengizkan, Dora Günel’in olduğu Fotoğraf Vakfı’nın bir burs duyurusuna rastladım. Birkaç projeye film ve karanlık oda malzemeleri desteği vereceklerdi. Katıldım ve bursu almaya hak kazananlardan biri oldum. Artık daha rahat, film bitecek korkusu olmadan çekebiliyordum. Ama Fotoğraf Vakfı’nın bana burstan daha büyük katkısı sevgili Gamze Toksoy ile tanışmama vesilesi oldu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Gamze Toksoy, görsel sosyoloji çalışıyordu. Vakıfta benim fotoğraflarımı görüp, projemin içeriğinin önemini bana anlattı. Bu projenin biçimsel yanı zayıf olabilirdi ama içeriği, anlattıkları önemli bir Türkiye hikayesiydi. Çalışmanın sosyolojik boyutlarını görmemi sağladı, hatta öğretti. Zaman zaman benle çekim yaptığım odalara geldi. Benimle gözlemlerini paylaştı.
Okulda daha çok biçimsel yorumlar aldığımız için Gamze’nin anlattıkları ufkumu açmıştı. Projeye daha büyük bir hevesle sarıldım. 6 aylık bir ödev şeklinde başlayan çalışma 3 yıllık bir belgesel projeye dönmüştü. Her cumartesi pazar tüm zamanımı bekar odalarında geçiriyordum.
Bekar odalarında olmaktan, ailemin geçmişine tanık olmaktan çok ama çok büyük keyif alıyordum. Tecrübeyle sabittir, içinde olmaktan keyif almadığınız ortamlarda çok da güçlü projeler çıkartamıyorsunuz. Projenin son yılında bir odanın kirasına ortak dahi olmuştum. Haftada bir veya iki gün ben de bekar odasında kalıyordum. Okul da bitmek üzere olduğu için fotoğrafları Fotoğraf Vakfı’ndaki değerlendirmelere götürüyordum.
“Bekar Odaları Sergisi” geliyor
Bir belgesel proje çalışırken en zoru çalışmayı ne zaman sergileyeceğinize karar vermektir. Çünkü 3 yıl geçtikten sonra, herkesle samimi olmuştum. İstediği odada istediğim fotoğrafı çekebiliyordum. En keyifli zamanlardı. Sergilemeyi de hiç düşünmüyordum, çekmek varken kim uğraşacaktı sergiyle. Fototrek’in sahibi Cenk Gençdiş’in fikri, ısrarı ve sağladığı bağlantılarla Nikon Türkiye distribütörü Karacasulu’nun sponsorluğunda “Bekar Odaları Sergisi” açabildim. Sergideki fotoğrafları seçerken odalardaki hayatı yansıtabilen, bir hikayesi olan ve akılda kalacak fotoğrafları seçmeye çalıştım.
Sergi büyük ses getirdi. Televizyonda ve yazılı basında çok ilgi gördü. Türkiye ve yurt dışında sergiyi defalarca tekrarladım. Bu sayede bekar odaları sakinlerinin hikayeleri daha çok insana ulaştı. Bekar Odaları çalışması benim fotoğraf hayatıma da yön veren bir çalışma oldu. Belgesel Fotoğraf üzerine odaklanmam gerektiğine emin olmamı sağladı. Şimdiye kadar çalışmamı malasef bir kitap halinde yayınlayamadım. Belki bu satırlar ve Photoline uğurlu gelir ve Bekar Odaları çalışmam da kitap haline gelecek imkanlara ulaşmamı sağlar.
Başta babam olmak üzere tüm bekar odası sakinlerine saygılarımla.