Yazı: Ateş Evirgen
Dalış yapmasak bile, bir yaz tatilinde su altına maske ile bakmayanımız hemen hemen yok gibidir. Birçokları için de su altının büyüsü, nefes tutarak inilebildiği kadar derine inebilme arzusu yaratır. Kulaklardaki sızı, maskenin derine indikçe yüze yaptığı baskı ve en önemlisi soluma ihtiyacı kişiden kişiye göre derinlere inmenin sınırını belirler. Sonuçta yüzeye kendimizi attığımızda daha fazla derinlere inememenin, su altında daha fazla kalamamanın tatminsizliği yaşanır.
Bu deneyimin yarattığı duygu bazılarımız için bir tutkuya dönüşebilir. Arkasından bir süreç başlar; aletli dalış eğitimi almak, dalış ekipmanları edinmek ve daha derinlerde en azından belirli bir süre o ortamın canlıları ile aynı şartlarda karşı karşıya kalmak! Bu kimileri için bir uzmanlık aşaması, kimileri için de bir yaşam tarzını belirleme yoludur. Su altında fotoğraf çekmek isteyenler için de bu tek yoldur.
Sportif amaçlı dalışlarda sınır 40 metre
Ancak, gezegeni kaplayan ve binlerce metreye kadar uzanan su dünyasının bizler yüzeye yakın dar bir kesiminde gezinebiliyoruz. Sportif amaçlı dalış yapanlara tanınan sınır ilk 40 metredir. Dalış eğitim sistemleri sportif dalış yapanlar için bu derinliği sınır tanımıştır. Dalış ekipmanları, su altı fotoğraf, film ekipmanları daha derinlere yapılacak dalışlar için dizayn edilmiş olsalar bile özel amaçlar için teknik dalış eğitimleri alınmamışsa hava ile yapılan dalışlarda yasal sınır 42 metre olarak kabul görmüştür. Dalış turizminin yaygın olduğu Dünya’nın pek çok bölgesinde bu sınır, ilk 30 metrelere çekilmiştir. Denizin daha derinlerine gidememek yeteri kadar tatmin edici olabilir mi?
Hele fotoğraf çekeceksek bu kadar dar bir katman içinde çalışmak, yapabileceklerimizi çok fazla kısıtlamaz mı? Düşünün önünüzde bir orman var kilometrelerce uzanıyor, ama elinizde bir makine bu ormanın içine ilk 40 metresi kadar girebiliyorsunuz! Karşılaştığınız hayvanlar o orman içinde yaşayan hayvanların ne kadarı olabilir, gördüğünüz bitkiler o ormanın bitki yapısının ne kadarı için size fikir verebilir? Bu nedenle o orman içinde bu sınırı zorlamak istemenin önüne geçmek çok zordur. Kaldı ki o ormanda sizi bekleyen onlarca tehlikenin varlığını bilmenize rağmen. Su altında da duyulan duygulan farklı değildir. Eline makine alan su altında fotoğraf çekmeyi hedefleyen bir dalgıç, hiç şüphe yok ki kendisine tanınan sınıra ulaşmadan hayallerindeki fotoğrafları çekemeyeceği duygusunu taşır. Hatta satın alacağı su altı fotoğraf ekipmanları, aydınlatma aparatları için “dalış limitlerinin” kaç metre olduğu ilk sorularından biri olur. Belki su altında fotoğraf çekme deneyimi olanlar için değil ama bu alana yeni ilgi duyan, hatta ilk adımı atanların genel kanısı; ne kadar derine dalınırsa o kadar başarılı fotoğraflar çekileceği inanışıdır. Öyle ya, mademki derinlere dalmak için dalış yapılıyor, o zaman en derinde en iyi fotoğraf çekilebilecektir! Bu tamamen yanlış bir görüştür.
Aslında su altı fotoğraflarına boyut kazandıran, farklı ışık yapısı oluşturan, kompozisyonu destekleyen önemli bir unsur, fotoğrafta yer alan suyun gözüken yüzeyidir. Hatta sadece denizlerde değil, akarsu ve göllerde çekilen fotoğraflarda da bu yazılı olmayan kural geçerlidir. Özellikle geniş açı çekimlerde ana objenin yanında gün ışığının hakim olduğu ortam ışığının fotoğrafa katkısı, arka planın fotoğrafa destek vermesi çok önemlidir. Bunun için de sanılanın tersine çekimlerin mümkün olduğu ölçüde sığ dalışlarda yapılması bir avantaj yaratır.
Sığ kesimlerde çekim yapmanın avantajları
İlgili, ilgisiz su altında çekilmiş bir fotoğrafa rastlayan herhangi bir kişinin baktığı fotoğraf, büyük bir olasılıkla dünyanın bu konuda önde gelen bölgelerinin birinde çekilmiş bir fotoğraftır. Su altı fotoğrafçılığının en yoğun yapıldığı yerler, tropik denizler, özellikle İndo-Pasifik bölgesidir. Bu bölgelerde de hemen hemen tüm fotoğrafların çekildiği alanlar mercan resifleridir. Mercan resiflerindeki dalışlar da nadiren 22-25 metreleri geçer. Çünkü bütün tropik resif canlılarını bu derinliklerde görüp fotoğraflamak ihtimali çok fazladır. Ayrıca makro su altı fotoğrafçılığı ile ünlü birçok bölgede dalışlar sığ kesimlerde yapıldığından su altında kalma süresi fazla olur. Bu da fotoğrafçıların bir konu üzerinde dakikalarca kalıp çalışma imkanı yakalaması demektir. Açık denizlerde de pelajik deniz canlılarının fotoğrafları da yine ilk 20-25 metrelerde çekilir. Sadece su altı fotoğrafçılığının popüler konusu olan batıklar için yapılan dalışlarda ön görülen bir derinlik yoktur. Çünkü gemilerin (veya uçakların) batışları tesadüflere bağlı olduğundan, batıklar bazen dalış için uygun koşulların bulunduğu bazen de olumsuz şartların olduğu yer ve derinliklerde bulunurlar. Bu nedenle sığ sularda bulunan bir batığın istenilen kalitede fotoğrafının çekilme imkanı bulunamazken çok daha derinde olan bir batık, fotoğraf için çok elverişli şartlarda olabilir. Ama tekrar etmekte bir defa daha yarar vardır ki, sportif dalıcılar kendilerine tanınan yasal sınırlar içinde dalış yapmak zorundadırlar.
Bunun yanında yapılan tüm dalışların sportif dalış olmak zorunluluğu da yoktur. Örneğin, bilimsel araştırmalar, askeri amaçlar, ticari dalışlar, belgesel çekim çalışmaları gibi pek çok alanda dalış yapılıp su altında fotoğraf çekilebilir. Bu dalışlarda kullanılan fotoğraf ekipmanları ve fotoğraflama teknikleri sportif dalışlarda kullanılan ekipman ve tekniklerin aynısı olmakla beraber,özel eğitim gerektiren dalışlardır ve bağlı oldukları yönetmelikler ve dalış teknikleri nedeniyle farklı kategorilerdir.
Sonuç olarak, su altında fotoğrafın çekilme amacı, dalış derinliğini belirleyen en önemli unsurdur. Buna karşılık özel bir amaç taşımıyorsa iyi kompozisyon hedefleyip fotoğraf çekmek için mümkün olan en sığ sularda kalmanın daha doğru bir seçim olacağının bilinmesi gerekir.
Yorum Yap