Tarih boyunca insan gözü, yapılan tüm keşiflerin en önemli aracı olmuştur. Çıplak gözle göremedikleri çok uzaklarda ya da yakında gizlenen başka dünyalar da her zaman merak uyandırmış, evreni anlama ve doğanın gizemlerini çözme isteği insanları gözün sınırlarını aşmanın yollarını aramaya yöneltmiştir.
Merceklerin icadıyla birlikte insanlar, ışığın yönünü değiştirip onun kırılma gücünden yararlanarak hem uzakları hem de hayallerinin ötesindeki yakınlıkları keşfetmeye başlamıştır. Bu gelişmeyle başlayan ve fotoğrafın keşfiyle kaydedilebilir hale gelen bu merak bilimsel gözlem yapma, küçük olanı büyütme, detayları görebilme isteğiyle makro fotoğrafçılığın doğmasına yol açmıştır.
Makro fotoğrafçılık başlamadan önceki döneme baktığımızda, yakını görme arayışındaki en önemli adımlardan birinin mikroskopun kullanılmaya başlamasıyla atıldığını görebiliriz. İlk mikroskopun temellerini atan Hollanda’nın Middelburg kentinde gözlük yapımcılığıyla uğraşan Hans Janssen ve oğlu Zacharias sadece bir mercek ile nesnelerin belirli bir oranda büyük görünmesi fikrinden yola çıkarak, bir tüp içine yerleştirdikleri iki mercek sayesinde nesneleri normalden çok daha büyük gösteren bir düzenek oluşturup çıplak gözle görülemeyen dünyaya ilk kapıyı araladılar.

Janssen ailesinin optik alanındaki çalışmaları mikroskobun yaygınlaşmasına öncülük etti ve bilim dünyasına yeni bir bakış açısı kazandırdı. Bu gelişme, ilerleyen zamanda fotomikrografi gibi tekniklerin doğmasına zemin hazırlayarak bilimin ve görsel kültürün gelişiminde önemli bir rol oynadı.
19. yüzyılda bilim insanları mikroskop altında gördükleri hücreleri, böcekleri veya mineral dokularını mikroskop yardımıyla görebilseler de sonradan inceleyebilecekleri ve paylaşabilecekleri belgeler olarak kalıcı bir şekilde kayıt altına alamıyorlardı. Kayıt altına alabilmek için elle çizim yapmaya çalışıyorlardı fakat bu durum zaman alıyordu ve hatalara da açıktı.
İşte bu noktada fotoğraf devreye girdi. Fotoğrafın icadıyla birlikte doğa bilimciler ve doktorlar, gördükleri nesneleri fotoğraflarını çekerek kaydedebilme olanağına kavuştu. Öncelikle mikroskopla birleştirilen basit fotoğrafik yöntemler aracılığıyla hücrelerin, mikroorganizmaların ve küçük böceklerin görüntüleri alındı. Bilim insanları için bu yeni yöntem tıp, zooloji, botanik gibi alanlarda devrim niteliğinde bir gelişmeydi.
Araştırmalarını yalnızca kayıt altına almakla kalmıyor, aynı zamanda araştırmaların kesinliğini de sağlayabiliyorlardı. Örneğin bir doktor mikroskopta gördüğü kan hücrelerini çizmek yerine fotoğrafını çekip bunu diğer araştırmacı meslektaşlarıyla paylaşabiliyordu. Bu durum bilimsel iletişimin güvenilirliğini de artırdı. Böylece makro fotoğrafçılık yalnızca merakın değil, bilimin kesin kanıtlara ihtiyaç duymasının da bir sonucu olarak gelişti.

Fotomikrografi den daha detaylı bahsedecek olursak, mikroskop altında elde edilen görüntülenen nesnelerin fotoğraf yoluyla kaydedilmesi tekniği olduğunu söyleyebiliriz. İlk örnekleri 19. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış, özellikle William Henry Fox Talbot gibi öncü fotoğrafçılar mikroskopa küçük kameralar bağlayarak gördüklerini fotoğraflamaya başlamıştır.
Biyoloji, tıp ve adli araştırmalarda vazgeçilmez bir araç haline gelen fotomikrografi, bilim insanlarına yeni bir gözlem alanı sunarken aynı zamanda mikroskobik dünyanın estetik ve büyüleyici görselliğiyle fotoğrafçılığın sanatsal yönüne de ilham vermiştir.
Elbette ilk zamanlarda özel olarak üretilmiş makro objektifler henüz olmadığı için fotoğrafçılar o zamanda mevcut olan objektifleri zaman zaman günümüzde de kullanılan uzatma tüpleri ve körük sistemleriyle dönüştürerek kullanmaya çalışıyorlardı.
Objektif ile film arasına eklenen boş halkalardan oluşan uzatma tüpleri, odak mesafesini değiştirerek fotoğrafçının nesnelere daha yakından odaklanmasını sağlıyordu. Akordeona benzeyen esnek körük sistemi ise bu mesafeyi daha hassas biçimde ayarlayarak büyütme oranı üzerinde geniş bir kontrol imkânı veriyordu.

Bu yöntemler sayesinde çıplak gözle görmenin imkânsız olduğu ayrıntılar, örneğin bir çiçeğin dokuları ya da bir böceğin kanat detayları fotoğraflanabiliyordu. Makro objektiflerin olmadığı ilk yüzyıl boyunca bu basit ama etkili araçlar, makro fotoğrafçılığın hem bilimsel hem de sanatsal temellerini atan vazgeçilmez ekipmanlar oldu. Doğadaki en küçük ayrıntıları gözler önüne serdikçe fotoğrafçılar ve sanatçılar için bambaşka bir ilham kaynağına dönüştü.
20. yüzyılda fotoğrafçılığın sanatsal bir ifade biçimine dönüşmesiyle beraber makro fotoğrafçılık, yalnızca bilim insanlarına hizmet eden bir araç olmaktan çıkarak bu dönüşümden payını aldı. Özellikle doğanın ayrıntılarına estetik bir gözle bakmayı deneyen fotoğrafçılar çiçeklerin desenlerini, böceklerin göz yapısını ya da minerallerin kristal dokularını büyüterek fotoğrafladı.

Bu fotoğraflar yalnızca bilgilendirici değil, aynı zamanda büyüleyici ve şaşırtıcıydı. İnsanlar bir çiçeğin polenini ya da bir böceğin gözünü ilk kez bu kadar detaylı gördüklerinde, doğanın görülemeyen estetiğiyle yüzleştiler. Tüm bunlar, insanlara hem bilimin hem de sanatın ortak noktasında yeni bir bakış açısı sundu.
Frank Percy Smith, sınırları aşarak makro fotoğrafı sanata dönüştüren ilk isimlerden biri oldu. 1880’de doğan Smith, erken dönemlerinde The Camera ve The Amateur Photographer dergilerinde çalışarak fotoğrafla iç içe bir yaşam sürdürdü.
1909’da çektiği To Demonstrate How Spiders Fly ve bir yıl sonra gelen The Acrobatic Fly adlı filmleriyle, insanların gözle göremediği ayrıntıları sinemaya taşıdı. Kendi kurduğu optik düzenekler, körükler ve uzatma tüpleriyle büyüttüğü örümcek ağları, sinek kanatları ve çiçek polenleri izleyicilere hem büyüleyici bir keşif hem de sanatla bilimin kesiştiği yeni bir bakış açısı sundu. Percy mikroskop merceğini aşarak canlıların gizli dünyasına şiirsel bir kapı aralıyordu.

Frank Percy Smith’in ölümünden on yıl sonra, 1955’te Batı Almanya’da küçük, hafif ve yenilikçi objektif tasarımlarıyla tanınan Heinz Kilfitt, makro fotoğrafçılığın seyrini değiştiren Makro-Kilar 40mm f 2.8 objektifi geliştirdi. Bu objektif, sürekli yakın odaklama sağlayan ilk makro objektif olarak tarihe geçti ve fotoğrafçılara karmaşık bilimsel düzeneklere ihtiyaç duymadan doğanın en küçük ayrıntılarını görüntüleme olanağı sundu.
1:1 büyütme oranında netleme yapabilen Makro-Kilar, hem bilimsel araştırmalarda hem de doğa fotoğrafçılığında yeni ufuklar açtı. Smith’in sabır ve yaratıcılıkla kurduğu temeli tamamladı. Böylece makro fotoğraf, hem bilimsel bir gözlem aracı hem de estetik bir ifade biçimi olarak fotoğraf tarihinde kalıcı yerini aldı.
Makro fotoğrafçılığın geniş kitlelere ulaşmasında 20. yüzyıl ortalarında LIFE dergisinde çalışan Fritz Goro önemli bir rol oynadı. Bilimsel konuları halka anlatmayı amaçlayan Goro çektiği böcek, bitki ve hücre fotoğraflarıyla büyük ilgi gördü. Onun çalışmaları sayesinde sadece bilim insanları değil, sıradan insanlar da mikroskobik dünyanın güzelliğini keşfetti. Böylece makro fotoğrafçılık laboratuvarların dışına çıkarak dergiler, sergiler ve kitaplar aracılığıyla yaygınlaştı ve insanlar günlük yaşamlarında fark etmedikleri küçük canlıların karmaşık ve estetik yapısını tanımaya başladı.
Mikroskopla birlikte çekim yapma zorunluluğunu kaldırarak daha özgür bir alan yaratan makro fotoğraf, sonrasında on katına kadar olan büyütmeleri kapsayan mikrofotografiden, 1:1 yani gerçek boyut ya da 1:2 gibi daha küçük oranlarda yapılan çekimleri ifade edebilmek için ayrı bir fotoğraf alanı olarak kabul edildi.

1:1 çekim oranının tam olarak ifade etmeye çalıştığımızda, bir nesnenin film ya da fotoğraf makinasının sensörü üzerine tamamen gerçek boyutlarında görünmesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Yani elimizde bulunan bir cm çapındaki madeni para makinanın sensörü üzerine tamamen kendi ölçülerinde yine 1 cm olarak düşecektir. Böylece birebir ölçüsüyle herhangi bir nesnenin fotoğrafı çekilebilir. Günümüzde bazı gelişmiş objektifler sayesinde 5:1 oranına bile ulaşmanın artık mümkün olduğunu da ekleyebiliriz.
Fotoğraf makinelerinin ve objektiflerin gelişimi, makro fotoğrafçılığı daha erişilebilir kıldı. Dijital fotoğrafçılığın ortaya çıkmasıyla birlikte, makro çekimler herkesin deneyebileceği bir fotoğraf alanı haline geldi. Bugün cep telefonlarının bile makro çekim özellikleri bulunmakta, bu da insanların küçük ayrıntılara dair merakını sürekli beslemektedir.
Bilimsel açıdan ise makro fotoğrafçılık hâlâ önemini korumaktadır. Tıp araştırmalarında, bitki genetiğinde, entomoloji gibi birçok bilim alanında makro fotoğrafçılık hem kayıt hem de analiz aracı olarak kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra sanatçılar makro çekimlerle soyut desenler üretmekte, gündelik nesneleri bambaşka bir açıdan gösterebilmektedir.
Günümüzde makro objektifler sadece bu alanlarda değil ticari reklam çekimlerinde de çokça kullanılmaktadır. Mücevher, saat, kozmetik ve yiyecek sektörlerindeki reklam kampanyalarında ürünleri sıradanlıktan çıkararak izleyiciye dikkat çekici ve unutulmaz bir görsel deneyim sunulmasını sağlar. Takı çekimlerinde pırlantaların kesim hatları, yüzey dokuları ve parlaklıkları makro objektiflerle öne çıkarılır. Yiyeceklerin dokusu, tazeliği ve canlı renkleri daha yakından gösterilerek kalite ve lezzet algısını güçlendirerek reklam çalışmalarına doğrudan katkı sağlar.

Makro fotoğrafçılığın insanları en çok etkileyen yönü, belki de normal hayatımızda farkında bile olmadığımız küçücük şeylerin aslında uçsuz bucaksız bir evrenin bir parçası olduğunu göstermesi olabilir. Küçücük bir böceğin yüzünü ya da bir çiçeğin yüzeyini büyük boyutlarda bir fotoğraf karesinde görmek insanlarda sadece görsel olarak bir şaşkınlık yaratmaz. Aynı zamanda bir hayranlık duygusu uyandırır.
Bir nesneyi olduğundan çok daha büyük görmek değişik bir algı oluşturur ve bakış açısını değiştirir. Bu boyut değişimi insanın doğaya ve kendisine bakışını sorgulamasına yol açabilir. Tüm bunlar insanı yaşadığı çevreye karşı daha meraklı, daha dikkatli ve daha saygılı bir hale getirir.
Bir böceğin üzerindeki pulları, bir arının kanatlarındaki desenleri, herhangi bir çiçeğin detaylarındaki güzelliği fark eden birisi, artık canlılara karşı daha hassas davranır çünkü onun da bir yaşamı ve bu yaşamın bir anlamı olduğunu bilir. Böylece makro fotoğraf, bilimin sunduğu gözlemi insanın duygusal sezgisiyle birleştirip hem bilgiye hem de iyiliğe yönlendiren bir farkındalık oluşturur. Bu farkındalık aynı zamanda doğaya karşı içten bir saygı ve koruma isteği doğurur. İnsan çevresindeki en küçük varlıkların bile ne kadar karmaşık ve uyumlu bir düzende yaşadığını gördükçe, doğanın aslında hassas dengeler üzerine kurulu olduğunu anlar. Her kare, bize aslında yaşadığımız dünyanın sandığımızdan çok daha karmaşık, dengeli ve gizemli olduğunu anlatır.
Makro fotoğrafçılıkta en temel ilke doğaya zarar vermemektir. Fotoğraf çekimi için hiçbir canlıya ya da ortama müdahale etmemelidir. Böcekleri yerlerinden oynatmak, onların yaşam alanlarını bozmak ya da dalları kırarak çekim yapılacak alanı temizlemek doğru değildir. Fotoğrafçı etik olmalı doğayı değiştirmeden olduğu gibi gözlemleyip belgelemelidir. Sabırla beklemek koşulları olduğu gibi kabul etmek doğaya saygının en güzel ifadesidir. Teknik açıdan yüzde yüz sabit bir görüntü gerektiren focus stacking gibi çekimlerde doğada doğal yollardan ölmüş böceklerin bulunup kullanılması en uygun seçenektir.

Makro fotoğrafa bakan kişi ayrıntılara odaklanarak anda kalır bu da günlük yaşamın gürültüsünden uzaklaştıran sakinleştirici bir etki yaratır. Gözle fark edilemeyecek kadar kısa süren bir an, örneğin bir damlanın düşüşü ya da bir arının kanat çırpışı fotoğraf karesinde sonsuza kadar sabitlenir. Bu, hızlı akan hayatın içinde bir tür durup düşünme fırsatı verir.
Fotoğraflar aracılığıyla insan doğayı yalnızca bir obje olarak değil yaşamın bir parçası olarak görmeyi öğrenir. Makro fotoğraf aslında teknolojik bir başarının ötesinde psikolojik bir etkileşimin, insanın görünmeyeni anlama çabasının öyküsüdür.
Makro Fotoğraf için Gerek Duyulan Ekipmanlar
Makro fotoğrafçılık için doğru ekipman seçimi çok önemlidir. Teknik bilgi, sabır kadar istenilen çekime yönelik doğru araçların seçilmesi fotoğrafın hikayesini doğrudan etkiler.
50 mm objektif kısa odak uzaklığı sayesinde dar alanlarda çalışmayı ve ışığı kolayca kontrol etmeyi sağlar ancak bu aynı zamanda çekim yapılan nesneye oldukça yakın çalışmayı da gerektirir.
Bu objektiflerle küçük bir konuyu sınırlı alanda rahatça kadraja sığdırmak ve detayları net bir şekilde yakalamak mümkündür. 180 mm gibi uzun odaklı bir objektif ise aynı büyütmeyi çok daha uzaktan yapabilir, böylece fotoğrafçı objeyi fiziksel olarak geriden daha rahat ve doğal bir mesafeden görüntüleyebilir.
Makro objektifler haricinde büyütme oranını artırmanın bir diğer yolunun, objektife eklenen uzatma tüpleri ya da körük sistemleridir. Bu ekipmanlar objektif ile sensör arasındaki mesafeyi artırarak konunun daha büyük görünmesini sağlar. Körük sistemleri bu mesafenin milimetrik şekilde ayarlanmasına imkân tanıdığı için özellikle kontrollü stüdyo çalışmalarında tercih edilir.
Makro objektife sahip olunmadan da bu sistemler sayesinde sıradan bir lensle bile etkileyici yakın çekimler yapmak mümkündür. Bu yöntemler fotoğrafçıya büyütme oranı üzerinde deneysel bir kontrol alanı sağlarken hem ekonomik hem de yaratıcılığı teşvik eden çözümler sunar.
Tripod, makineyi sabit ve dengede tutmak için çok önemlidir. Makinanın ağırlığını ve üzerine takılabilecek flaşın ağırlığını iyi bir şekilde taşıyabilmeli ve oluşabilecek herhangi bir titreşimi önlemelidir. Bu nedenle sağlam bir tripod, net ve keskin görüntüler elde etmek için temel bir gerekliliktir. En küçük bir titreşimin bile fotoğrafta netsizlik oluşturabileceği için deklanşör kablosu veya uzaktan kumandalı deklanşör de kullanılabilir.

Makro çekimlerde ring flaş tercih edilmesinin en önemli nedeni, objektifin ucuna takılan dairesel yapısı sayesinde ışığın eşit bir şekilde dağılmasını sağlaması ve özellikle çok yakın mesafelerde çekim yaparken ortaya çıkabilecek sert gölgelere engel olmasıdır.
Küçük objelerde özellikle böcek, çiçek ya da su damlası gibi konularda ayrıntıların net ve yumuşak biçimde görünmesini sağlar. Ayrıca ring flaş, fotoğrafçının hareket kabiliyetini artırır, diğer ışık sistemlerine göre daha taşınabilir ve pratik bir çözümdür.
Işığın yönüyle fazla uğraşmadan dengeli bir parlaklık elde edilmesini sağladığı için, makro dünyada hem teknik hem de estetik açıdan vazgeçilmez bir yardımcıdır. Alternatif olarak taşınabilir LED ışık panelleri ya da küçük yansıtıcılar da kullanılabilir.
Makro Fotoğraf Çekim Teknikleri
Makro fotoğraf çekim teknikleri, küçük dünyaların karmaşık yapısını net bir şekilde gösterebilmek için geliştirilmiş özel yöntemlerdir. Çekimlerde konuya çok yaklaşıldığı için her kare hem teknik ustalığın hem de ayrıntılara hassaslaşmış bir gözün ürünüdür.
Makro fotoğrafta ışık, sadece konuyu aydınlatmaz fotoğrafın duygusunu ve atmosferini de şekillendirir. Işığın yönü, sertliği ve sıcaklığı, aynı objeye bambaşka anlamlar yükleyebilir. Bir ışık kırılması, bir gölgenin yumuşak geçişi bile fotoğrafın hikayesini tamamen değiştirebilir. Yandan gelen bir ışık yüzeydeki dokuları ve küçük çıkıntıları belirginleştirirken, yumuşak bir ışık ortama daha sakin ve dingin bir hava katar. Bu dengeyi bulmak teknik bir beceriden çok biraz sezgiseldir. Çünkü makro fotoğrafçılıkta amaç yalnızca ayrıntıyı göstermek değil, o ayrıntının taşıdığı duyguyu da izleyiciye hissettirmektir.
Doğru ışık kullanımı her zaman olduğu gibi fotoğrafı tümüyle etkiler. Doğal ışık özellikle sabahın erken ya da gün batımına yakın saatlerinde, yumuşak gölgeler ve sıcak tonlar oluşturarak konulara doğal bir zarafet kazandırır. Işığın yönü, şiddeti ve rengi küçücük bir su damlasını bile bir mücevher gibi gösterebilir.
Makro çekimlerde yansımaları azaltmak ve renk doygunluğunu artırmak için polarize filtre kullanılabilir. Özellikle böceklerin kabuklarında, bitkilerin yapraklarında veya su yüzeyinde oluşan istenmeyen parlamaları azaltır. Difüzör ise flaş veya güneş ışığını dağıtarak gölgelerin sertliğini azaltır, böylece daha doğal bir aydınlatma elde edilebilir.
Makro çekimlerde en önemli aşamalardan biri netlemedir. Bu tür çekimlerde otomatik odaklama çoğu zaman yeterli hassasiyeti sağlayamadığı için manuel netleme tercih edilir. Makro ölçekte milimetrik bir hareket bile netliği tamamen değiştirebilir. Bu nedenle fotoğrafçının elini, nefesini ve hatta pozisyonunu dikkatle kontrol etmesi gerekir. En net alan genellikle objenin gözü, yüzeyi veya dokusal olarak en belirgin kısmıdır. Canlı bir objeyle çalışırken konunun hareketini izleyip en uygun açı ve odak noktasını beklemek çoğu zaman en doğru sonuçları verir. Bu sabır ve kontrol, makro fotoğrafın karakterini belirleyen temel unsurlardandır.
Arka plan seçimi, kompozisyonda ışık kadar önemlidir. Arka plan sadece estetik bir çerçeve değil fotoğrafın anlam bütünlüğünü sağlayan önemli unsurlardan biridir. Düz ve sade arka planlar, konunun dikkat dağıtıcı unsurlardan arınarak öne çıkmasını sağlar. Renklerin seçimi ise anlatımı doğrudan etkiler. Benzer tonlar yumuşak ve dingin bir etki yaratırken, zıt renkler güçlü bir vurgu ve derinlik hissi oluşturur. Örneğin, yeşil bir yaprak üzerindeki kırmızı bir uğur böceği, izleyicinin bakışını hemen o noktaya çeker. Küçücük bir alanda bile tonların ve çizgilerin düzeni büyük fark yaratır.
F/2.8 gibi diyafram değerleri arka planı daha bulanık yapabilirken, daha yüksek diyafram değerleri ayrıntıların daha net görünmesini sağlar. Ancak makro objektiflerde alan derinliği oldukça sınırlıdır. Diyafram değerini ne kadar artırırsak artıralım çekim yaptığımız yüzeyin tamamını net görmek çoğu zaman mümkün olmaz. Bunun nedeni, büyütme oranı arttıkça alan derinliğinin dramatik biçimde azalmasıdır.
Böyle durumlarda aynı nesneyi tripod üzerinde asla hareket ettirmeden farklı netlik noktalarında birçok kez görüntüleyerek, bilgisayarda fotoğraf yazılımları ile birleştirip tek bir kare oluşturabiliriz. Focus stacking denilen oldukça hassas bu çekim tekniği sayesinde bir arının tüm yüzünü net bir şekilde tek kare üzerinde elde edebiliriz.
Focus rail adı verilen makro kızak sistemleri, kameranın milimetrik ölçülerde öne ya da arkaya hareket ettirilmesini sağlar. Bu hassas kontrol, özellikle focus stacking tekniğinde büyük kolaylık sunar çünkü konunun farklı odak düzlemlerinde ardışık karelerini aynı hizada çekmeye imkân verir. Böylece hem netlik hem de kompozisyon bütünlüğü korunur. Ayrıca deklanşör gecikmesi ve ayna kilitleme gibi özellikler titreşim kaynaklı bulanıklıkları azaltarak daha keskin sonuçlar elde edilmesini sağlar.
Makro dünyada detaylar büyüdükçe en küçük hatalar bile gözle görülür hâle gelebildiği için objektif camı, sensör ve filtrelerin toz, parmak izi ya da nemden arındırılmış olması netlik ve kontrast açısından kritik rol oynar. Küçük bir toz zerresi bile, makro ölçekte büyük bir leke gibi görünebilir ve fotoğrafın genel kalitesini düşürebilir. Çekim öncesi ekipmanın temizlenmesi, yalnızca teknik bir gereklilik değil, aynı zamanda titiz bir çalışma disiplininin parçasıdır.
Makro dünyanın sınırları yalnızca karada değil, su altında da uzanır. Su altı makro fotoğrafçılığı, denizlerin gizli yaşamını gözler önüne serer. Küçücük karidesler, renkli deniz tavşanları ve mercanların üzerindeki mikroskobik canlılar, özel su altı kılıfları ve güçlü ışık sistemleriyle görüntülenebilir.
Makro fotoğrafçılık teknik ustalık kadar sabır ve dikkat işidir. Arı kelebek, tırtıl gibi sürekli hareket eden canlılarda yüksek enstantane hızı ve sürekli çekim modunu kullanmak avantajlı olacaktır. Onun hareketlerini izleyip istediğimiz açıyı yakalamak için sabırla beklemek gerekir. Gözlem yaparak doğru anı tahmin etmek, çoğu zaman teknik ayarlardan daha önemlidir.
Yazı ve Fotoğraflar: Özgür Semerci








Yorum Yap