Su Altı Fotoğrafçılığına Giriş

Yazı:Ateş Evirgen

Daha yirmili yaşlarımda SCUBA eğitimi alıp denizin altına dalmaya başladığımda kendimi çok uzaklardan gelip yeni bir dünyayı keşfeder gibi hissetmiştim. Daha önceleri nefesimi tutup ciğerlerimin bana izin verdiği kadar kalabildiğim derinlikler çok geride kalmış, daha derinlerde yeni bir dünyayı tanımaya başlamıştım.  Artık dergilerde, filmlerde gördüğüm canlılar karşımdaydı, renkler yoktu, alışık olmadığım farklı bir ışık ortamındaydım. Hatta daha önce hiç görmediğim canlılar ile karşılaşıyor, onların davranışlarına ilk kez tanık oluyordum. Yaptığım dalışların sayıları arttıkça daha çok şeyi keşfediyordum. Her dalışımı, gördüklerimi başkalarıyla paylaşma duygusu gittikçe içimde büyüyordu. Sanki ailem, çevrem ile deniz altındaki köprü bendim. Anlatıyordum, tarif ediyordum, meraklı sorulara yanıt aramaya çalışıyordum. Ama bunu bir yere kadar başarabiliyordum. Gördüklerimi çevremdekilere de gösterememek sanki bir şeyi anlatmaya çalışırken kelimeleri bulamamak gibi geliyordu bana. Ne yapıp edip onlara göstermeliydim, onlar orada olamasalar bile ben onlara bu dünyayı taşımalıydım. Bir dalışımda bir deniz anemonun yanında dipte diz çöktüm, iki elimin işaret ve başparmaklarını birleştirip onu bir kadraja aldım ve hayalimdeki deklanşöre bastım. Aslında o hiç çekilmemiş fotoğraf karesi benim için su altında çekilen ilk fotoğraf olmuştu. O gün su altında fotoğraf çekmeye karar vermiştim.

Bugün aradan geçen yaklaşık kırk yıla rağmen ilk günün heyecanıyla hala çevremdekiler ile su altında gördüklerimi fotoğraflarım ile paylaşıyorum. Çünkü öylesine bir doğal çevre içinde bunu yapıyorum ki ne canlılarının çeşitliliğinin ne de denizlerin derinliklerinde saklı kalmış renk dünyasının sonu var.  Eminim ki benim o ilk yıllarımda sahip olduğum duygulara bugün dalışa başlayan genç olan, genç olmayan herkes sahip. Su altının şartları aynı, hedeflenen canlılar aynı. Ama aradan geçen onca yıl su altında fotoğraf çekmek isteyenler için çok şeyi değişirdi. Hem olumlu olarak hem de olumsuz olarak. Fotoğrafın temel kuralları değişmedi ama teknolojisi çok değişti ve gelişti. Dünya o kadar küçüldü ki, önceleri hayal edilemeyecek tropik denizlere ulaşmak için günümüzde sadece bir günlük hava yolu yolculuğu yeterli. Dünyanın hemen her yerinde dalgıçlara konaklama ve dalış için gerekli olan her türlü alt yapı sağlanmış durumda. Tropik Ekvator kuşağından kutup denizlerine kadar.  Ancak başta ülkemiz kıyılarında ve kıyı sularında çevre şartları öylesine olumsuz gelişiyor ki yakın bir gelecekte deniz yaşamı sürebilecek mi, orası şüpheli! Hatta tüm dünya denizleri için geçerli bu. Ama su altı fotoğrafçıları bu su gezegeninde her zaman çekecek şeyler bulabilecekler.

Su Altı Fotoğraf Makinesi Nedir?

Aslında dijital teknolojinin hayatımıza bu kadar girmediği dönemlerde, hani şu “analog” diye tanımladığımız, daha doğrusu anılarımızda yaşattığımız filmli fotoğraf makineleri zamanında “Su Altı Fotoğraf Makinesi” ayrı bir türü işaret ediyordu. Her ne kadar günümüzdeki kabin (housing) sistemleri -içlerine kompakt, SLR ve DSLR makineleri alan dış kaplar- erken dönemlerden beri kullanılmış olsa bile, su altı fotoğrafçılığının yaygınlaşması, özel olarak sadece su altında kullanılmak üzere tasarlanmış makinelerin ortaya çıkması ile olmuştur. Bu makineler bildiğimiz makineler ile aynı tasarıma sahip, tüm gövdeleri su sızdırmaz bir yapıda ve genellikle 45-50 metre derinliğe kadar sızdırmazlıklarını koruyan makinelerdi. Doğrudan suya sokulup kullanılabildikleri için onlar “amfibik kameralar” olarak tanındılar. Bu sınıfın amiral gemisi ise Nikon’un 1960’lı yılların başında piyasaya sürdüğü “Nikonos” model kamerasıydı.

Nikonos’un hikayesi aslında Belçikalı bir mühendis olan Jean de Wouters tarafından 1956 yılında Jack Yves Cousteau için tasarlanıp Fransız “La Spirotechnique” firması patenti ile piyasaya sürülen “Calypso Phot” modeli ile başladı. Ancak bu model sonradan üretim ve pazarlama alt yapısı nedeniyle Nikon firmasına teklif edildi ve 1963 yılında “Calypso Nikkor” markası ile ilk Nikonos modeli piyasaya sürüldü. Böylece su altı fotoğrafçılığında yeni bir çağ başladı. Bu dönemden sonra “amfibik” su altı fotoğraf makineleri dünya pazarlarına hızla yayıldılar. Sportif dalgıçlar bu makinelere kolaylıkla ulaşıp kullanılabildiler. Bunun sonucunda su altında fotoğraf çekmek dalış dünyasında hızla yaygınlaşıp herkes tarafından kolaylıkla denenmeye başlanmış, tüm dünya denizlerinden, hatta iç sularından görüntüler hızla elde edilip hem dalış medyası ortaya çıkmış hem de deniz yaşamı herkes tarafından tanınmaya başlamıştı. Su altı fotoğrafçılığı yeni bir fotoğraf dalı haline bu dönemlerde geldi. Pazarın bu yönde gelişmesi Nikonos yanında başka işlevsel farklılıkları olan, ancak aynı amacı taşıyan kamera modellerini de ortaya çıkarmıştı. Özellikle Sea&Sea firmasının “Motormarine” serisi kameraları, uzun yıllar Nikonos ile su altı fotoğrafçılarının tüm ihtiyaçlarını karşıladı.

Nikon’un gittikçe büyümesi, buna karşılık su altı pazarının aynı paralelliği göstermemesi nedeniyle olsa gerek 2002 yılında firma “Nikonos” programını sona erdirerek su altı fotoğrafçılığı piyasasından çekildi. Calypso Phot ‘tan sonra Calypso-Nikkor, Nikonos II, III, IV, V ve Dünya’ın ilk ve tek “amfibik SLR kamerası” olan “Nikonos RS” modelleri, modern SCUBA döneminin su altı fotoğrafçılığı dalını yaratan ve yaşatan modelleri olarak fotoğraf tarihindeki yerlerini aldılar.

Nikonos’dan sonra “su altı fotoğraf makinesi” kavramını bir süre daha Sea&Sea firması Motormarine I ve II modelleri ile sürdürdü. Ancak dijital fotoğraf makine teknolojisinin ortaya çıkması ve büyük bir hızla gelişmesi sonucunda amfibik olan su altı analog fotoğraf makinelerinin bu son temsilcisi olan ürünlerde tarihe karıştı. Bu bir anlamda “su altı fotoğraf makinesi” kavramının ortadan kalkmasıydı.

Artık günümüzde ilk metreler için su sızdırmaz özellikli ve daha çok sulu ortamlar için dizayn edilmiş basit kompakt kamera modelleri dışında su altı fotoğrafçılarının hizmetinde olan kamera modeli yoktur. Günümüzde sadece güncel ve yaygın bir satış potansiyeli yakalayan kompakt, aynasız ve DSLR fotoğraf makine modelleri için tasarlanmış özel su altı kabinleri (housing) ile su altında fotoğraf çekilebilmektedir. Bu nedenle bir su altı fotoğrafçısının diğer alanlarda fotoğraf faaliyetini sürdüren fotoğrafçılardan farklı olan ekipmanları, kameraların ve aksesuarlarının su sızdırmaz donanımlarıdır. Aslında Thompson’un 1856 yılında Weymouth Körfezi’inde ilk su altı fotoğrafını çekerken kullandığı kabinin günümüz kabinlerinden farkını tarif etmek için, o dönemin otomobilleri ile bugünün otomobillerini karşılaştırmak yeterlidir. Teknolojileri farklı ama işlevleri aynıdır.

Peki neden günümüzde amfibik su altı fotoğraf makineleri kullanılmamaktadır? Aslında bu teknoloji vardır ve belirttiğim gibi halen basit kompakt amfibik fotoğraf makineleri satılmaktadır. Ancak bu modeller su altı fotoğrafçılığı için yetersizdir. Ama asıl sorun dijital kamera teknolojisinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi ve her markanın, kısa süreler içinde daha gelişmiş yeni ürünlerini piyasaya sürmesidir. Uzun bir süre için sahada kalacak şekilde tasarlanma zorunluluğu olması, kısa sürede kendini yenileyerek yeni modelleri üretmenin ekonomik olamaması amfibik su altı fotoğraf makinelerinin üretimini -en azından şimdilik- yok denebilecek seviyeye indirmiştir. Su altında fotoğraf çekmek isteyen bir dalgıç ister kompakt makine olsun ister aynasız veya DSLR model olsun, hangi modellere ait su altı kabinleri piyasaya sürülmüşse o modellerle sınırlı kalır. Gözden kaçırılmaması gereken ihtiyaç duyulan hemen hemen her modelin güncel bir su altı kabini bulunabilmesidir. Hatta elimizdeki akıllı telefonlar için bile tam donanımlı su altı kabinleri piyasada satıştadır. Çünkü artık akıllı telefonların fotoğraf yeteneği fotoğraf makinelerinden aşağı kalır durumda değil.

Kimler Su Altı Fotoğrafçısıdır?

Günümüzde “fotoğraf çekmek” ile “görüntü almak” kavramları birbirine karışmış durumda. Çünkü günlük hayatımızda her an yanımızda bulundurduğumuz cep telefonu, bilgisayar gibi aslında fotoğraf çekmek için tasarlanmamış ama bu özellikleri bulunan araçlar sayesinde bir “an fotoğrafı” yakalamak ve bunu sosyal medya kanalıyla paylaşmak artık sıradanlaşmış bir alışkanlık haline geldi. Bu ekipmanlar ile hiç temel fotoğraf, kompozisyon bilgisi olmadan hatta ışık kavramı kaygısı olmadan “doğrult-bas-çek” şeklinde görüntü alınabilir halde. Aslında pek çok dalgıç, günlük hayatlarında fotoğrafa yakın durmasalar bile su altında gördüklerini hepimizde var olan duygularla mutlaka başkalarıyla paylaşmak ister. Bu nedenle en azından bileklerinde kabin içinde bir kompakt makine asılı olmadan dalış yapan dalgıç sayısı çok azdır. Ancak elindeki telefon ile görüntü alan birine “fotoğrafçı” denemeyeceği gibi, dalışları sırasında fotoğraf makinelerini gerektiğinde kullanılacak bir aksesuar gibi taşıyan dalgıçlara da su altı fotoğrafçısı denemez.

Su altı fotoğrafçısı, en azından temel fotoğraf bilgisi olan, güncel kameralar ve bunların su altı ekipmanları ile donanmış ve dalışları ile birlikte ekipmanlarını gereksinimleri paralelinde geliştiren dalgıçlardır. Amaçları için, ileri su altı fotoğraf tekniklerini kullanırlar. Dalış programlarını, çekecekleri fotoğraflara göre planlar, ona göre ekipman düzeneği kurarlar.

Su altı fotoğrafçısı için, fotoğraf tekniklerini bilmek ve ileri seviye su altı fotoğraf ekipmanı kullanmak yeterli değildir. Su altı fotoğrafçısının başarılı olabilmesi için çevre ve deniz biyolojisi bilgisinin yeterli seviyede olması gerekir. Çalıştığı bölgedeki coğrafi şartların flora ve fauna yapısını önceden bilmesi gerekir. Su altının ana aktörleri olan omurgalı ve omurgasız, yani balıklar, yengeçler, mercanlar ve diğerleri gibi tüm su altı canlıları fotoğrafçının doğal modelleridir. Bu modellerin türlerini, davranışlarını, morfolojilerini bilmeden, su kondisyonunu ve onun yaratacağı ışık imkanlarını bilmeden iyi bir su altı fotoğrafı çekmek rastlantılara kalır. Hatta özellikle ülkemiz dalgıçlarının ve su altında fotoğraf çekmek isteyenlerin su altı arkeolojisi konusunda da ön bilgilere sahip olmaları gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, ülkemiz denizleri biyolojik açıdan çok zengin olmayabilir ama arkeolojik açıdan dünyanın en şanslı denizleri arasındadır. Dalışa serbest olan alanlarda bile son derece fazla antik kalıntıyla karşılaşılmaktadır.

Sonuç olarak şu söylenebilir ki; bilgi su altı fotoğrafçısının elindeki ekipman ve dalış yetkinliği kadar önemlidir. Ancak bu şekilde donanmış bir dalgıca su altı fotoğrafçısı denebilir.


Ateş Evirgen:
1956 Ankara doğumlu.
Yüksek öğrenimini  İ.Ü İşletme Fakültesi ‘nde tamamladı.
1977 yılında aletli dalış eğitimini aldı.
1982 yılında Su altı Fotoğrafçılığına başladı.
1992 yılında ilk kişisel su altı fotoğraf sergisini açtı.
1993 yılında PADI dalış eğitmeni oldu. 1994 yılından itibaren de aynı kuruluşun “Underwater Photography Instructor” sertifikasıyla su altı fotoğraf eğitimleri vermeye başladı.
1995 yılında “Deniz Magazin” 1996 yılında “Sualtı Dünyası Dergisi” ni çıkarmaya başladı ve 2009 yılına kadar Sualtı Dünyası Dergisi ‘nin editörlüğünü yaptı.
Kuzey ve Güney Kutupları da dahil Dünyanın pek çok ülkesinde dalışlar yaparak  su altı fotoğrafları çekti.
2007 yılında Antarktika’da yaptığı dalışlarda çektiği fotoğraflar ile bu kıtada ülkemizden su altı fotoğrafı çeken ilk fotoğrafçı oldu. “Fotoğraflarla Türkiye Deniz Balıkları” ve “Su Altında Fotoğraf Çekmek” isimli iki kitabı yayımlandı. 2017 yılında kurulan “Su Altı Fotoğrafçıları ve Filmcileri Derneği (SUFOD) ” nin kurucu üyeleri arasında yer aldı ve halen derneğin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini sürdürmektedir.


 

Exit mobile version