Fotoğraf tarihi, çoğu zaman bu sanat formunu meslek edinen ustaların adlarıyla şekillenir. Ancak kimi zaman, başta fotoğrafla büyüyen ama başka bir disipline yön veren yaratıcı ruhlar çıkar karşımıza. Onlar için fotoğraf bir araç değil, düşüncenin ilk biçimidir.
Bu yazıda, asıl mesleği fotoğrafçılık olmayan ama fotoğraf dışında da tarihe geçen isimlerin izini sürdüm. Merkeze ise henüz 17 yaşındayken Look dergisine fotoğrafçı olarak girip sinemada ölümsüzleşen bir dehaya bakalım: Stanley Kubrick.
Kubrick, sinemadaki görsel gücünü genç yaşta Look dergisinde fotoğrafçı olarak kazandığı sezgilerle inşa etti. Daha sonra yönettiği her filmde, bir kareye nasıl anlam yüklenir, ışık nasıl duyguyu inşa eder, boşluk nasıl hikâye anlatır — bunların cevabını yalnızca sinemada değil, doğrudan fotoğrafta da verdi.

Kubrick’in fotoğrafla ilişkisi yalnızca bir gençlik hevesi değildi. Onun için fotoğraf, bir hikâyenin ilk perdesiydi. Sokak yaşamında sinematografi pratiğine başladı. Onu merkeze almamın nedeni tam da bu:Kubrick yalnızca büyük bir yönetmen değil, aynı zamanda görsel düşünmenin ustasıydı.
O, sinemanın her karesini bir fotoğraf gibi kurdu. Bazen çektiği bir çocuk ayakkabı boyacısının bakışıyla, bazen bir otel koridorundaki simetri ile. Daha sinemaya adım atmadan önce, gözlem gücüyle, ışıkla kurduğu ilişkiyle ve kadraj içindeki mesafesiyle bize iyi bir film yönetmen olacağının ip ucunu vermişti.

Kubrick’in Kareleri
1940’ların sonlarında, genç bir Stanley Kubrick, New York’un sokaklarını adımlarken elinde Rolleiflex’i vardı. Kimi zaman metroda, kimi zaman berber dükkânında, kimi zaman lise kantinlerinde… O anın içindeki sessiz ironiyi ya da dramatik gerilimi bulup çıkaran bir sezgisi vardı.

Boyacı Çocuk, “Shoeshine Boy” adlı serisinde, çocuk yaşta çalışmak zorunda kalan bir ayakkabı boyacısı Mickey’nin bir gününü izledi. İlk olarak aynı bir filmin ilk sekansları gibi New York sokaklarında yürüven baş karaktere ve şehre dair bize ilk bilgileri veriyordu.

Mickey’in çalışma kutusuyla durduğu an. Kubrick, onun hem güç hem kırılganlık hem de yanlızlığını kadrajına almıştı.

Seriden bu yazıda yer verdiğim son karede, boya kutusunu artık bırakmış ama sırtındaki bohçadan anlaşıldığı üzere dünyayı sırtlamış ve henüz mesaisi bitmemiş.
Bu karelerde yalnızca yoksulluk değil, bir şehirde kaybolmanın izleri, yetişkinliğe mahkûm edilmiş bir çocuğun yorgunluğunu anlattı Kubrick. Neredeyse sinema sahnesi gibi bir gerilim hissettiriyordu. Işık, ifade, arka plan… Hepsi konuşuyordu.
Bu kareler, Kubrick’in “Look” dönemi fotoğraflarındaki hem dramatik hem insani sezgisini barındırıyordu.
Kubrick’in bu dönemde çektiği fotoğraflarda, gelecekte çekeceği filmlerin izleri vardır. “The Shining”deki uzun koridorlar, “Clockwork Orange”daki tekinsizlik hissi, “2001: A Space Odyssey”deki boşluk duygusu… Bunlar hep o ilk kadrajlarda mayalanmaya başlamıştır.

Kubrick’in kadrajı, yalnızca belgeleyici değil; ritmi ve temposu olan bir anlatı dilidir. Fotoğraflarındaki karakterler bazen tam ortada, bazen çerçevenin en dışında durur. Ama hiçbir zaman “rastgele” değildir. Her şey, sinema için prova gibidir.
Stanley Kubrick’in fotoğrafla kurduğu ilişki, sadece bir başlangıç değil, bir yoldu. Ve o yolda onunla aynı sezgiye, aynı görme biçimine sahip başka sanatçılar da yürüdü. Meslekleri bambaşka olsa da, vizörden dünyaya bakarken yakaladıkları o “an”, onları da görsel tarihin belleğine yerleştirdi.

Kesişen Ruhlar
Bu yazıda, Kubrick’in yanı sıra Andy Warhol, Dennis Hooper, Patti Smith gibi farklı disiplinlerden gelen ama fotoğrafla özgün izler bırakmış sanatçılara da göz attım. Hepsinin ortak noktası şu: fotoğrafı bir “meslek” değil, bir “dil” olarak kullanmaları.
Andy Warhol
Warhol, 1960’ların pop kültürünü yeniden şekillendiren bir isimdi. O, görsel tüketimin kutsal mekanlarını; reklamı, ünlüyü, market raflarını sanat nesnesine dönüştürdü. Ama onun en özel üretimlerinden biri de şüphesiz Polaroid koleksiyonlarıydı.

The Factory’deki partilerde, atölye duvarlarında, çantasının içinde taşıdığı anlık kamerayla yüzlerce portre çekti. Ünlüler kadar tanımadık yüzleri de arşivledi ama en bilinenleri otoportreleri oldu. Fotoğraf, Warhol’un kimlik üzerine yaptığı deneylerin bir parçasıydı. Tıpkı Kubrick gibi o da gerçeklik ile kurgu arasındaki sınırda gezinmeyi seviyordu. Ama Warhol’un gerçekliği parlak ışıkların altında, sentetik bir şekilde parlıyordu.

Dennis Hopper
Onu genelde sinemada görürüz. Easy Rider ile Amerikan rüyasının çöküşünü perdeye taşıyan Hopper, aynı zamanda güçlü bir gözlemciydi. Kamera arkasında, 1960’ların değişen Amerika’sını belgeleyen bir tanıktı.
Hopper’ın fotoğraflarında Bob Dylan, Martin Luther King, Andy Warhol, Tina Turner gibi dönemin ikonları yer alır. Ancak esas vurucu olan; o ikonların “arasında” yakalanan kırılgan anlar.

Kimi zaman bir protesto sırasında, kimi zaman bir partide sigara yakan bir elin gölgesiyle… Hopper için fotoğraf, dönemi dondurmaktan çok, onun içinde gezinmenin bir yoluydu.
Kubrick gibi o da ışığı ve sessizliği severdi. Ama Hopper’ın ışığı daha tozluydu; sokaktaydı, taşradaydı, çatlaktı. O da karelerinde bir anlatı kurguluyordu — ama şiirsel bir serbestlikle.

Patti Smith
Müziğiyle ve edebiyatıyla tanınan Patti Smith, aynı zamanda kişisel ve duygusal bir görsel günlük tutuyordu. Polaroid kamerası onun için tıpkı bir defter gibiydi. Kendine, arkadaşlarına, otel odalarına, terk edilmiş objelere bakarken aslında zamanla konuşuyordu.
Fotoğraf onun için bir tür sessizlikti. Tıpkı kelimelerin arası gibi… Just Kids kitabında Robert Mapplethorpe’la olan ilişkisini anlatırken hem aşkı hem yaratmayı hem de fotoğrafı iç içe geçirir. Patti Smith’in karelerinde bir Kubrick kurgusu yoktur belki, ama aynı içsel derinlik, aynı saygı ve mesafe mutlaka vardır.
Fotoğraf, sadece bir meslek değil; duygunun, anın ve bakışın bir araya geldiği içsel bir dile dönüşür. Kimileri yıllarını bu dile adar, kimileriyse sadece bir anlığına deklanşöre basar ama içinden geçenleri öyle bir yakalar ki, o kare yıllarca unutulmaz.
Bu yazı, bize şunu hatırlatıyor: Fotoğraf, yalnızca profesyonellerin değil, hisseden herkesin anlatabileceği bir masaldır.
Zeynep Can ([email protected])








Yorum Yap