Karanlıkta Açılanlar

Elde kameralar ile İstanbul’un su dünyasına dalarken karanlıkta neyi çekebiliriz diye düşünmeden edemiyor insan.

İstanbul yaşayan bir şehir. Yirmi dört saat aydınlık, kalabalık. Ama bu koca şehir sadece binalardan, yollardan, köprülerden oluşmuyor.

Aslında bir deniz kenti. Kıyıları, Boğazı, adaları var. Yani İstanbul’un su dünyası bildiğimiz, yaşadığımız İstanbul’dan büyük. Tanımadığımız İstanbul işte burası. Derin, soğuk ve alışık olmadığımız kadar tenha. Elde kameralar ile İstanbul’un bu su dünyasına dalarken karanlıkta neyi çekebiliriz diye düşünmeden edemiyor insan.

Derinlere indikçe, karanlık artınca bembeyaz açmış çiçekler ile karşılaşıldığında İstanbul’un bu gizemli yüzü karşımıza çıkıyor. Bunlar derin suların sessiz canlıları mercanlar. Sarı beyaz, mor, kırmızı çeşitli mercanlar. Ama aralarında en özel olanlar siyah mercanlar. Siyah mercan olarak bilinen canlıların su altında çekilen fotoğraflarını görenler ilk bakışta bunun bir yanlışlık olduğunu sanabilirler.

Genellikle beyaz, bazen sarıya çalan renkleri ve bir çalı görünümünde olan bu canlıların “siyah mercan” ile olan ilgisinin ne olduğu akla gelebilir.

Hele ki, bu fotoğraf adaların hemen yanı başında çekilmişse! Özellikle takı olarak, hatta evlerde süs eşyası olarak parlak siyah kemiğimsi yapısı ve onlara kazandırılmış çeşitli formları ile çevreyi süsleyen siyah mercanlarlar ile, bu çalı gibi ve bembeyaz canlıların ilk bakışta hiçbir benzer yönü yok gibidir. Ama onlara bu adı kazandıran sert yapı, poliplerinin altında gizlidir.

Dikkatlice bakıldığında poliplerin üzerinde yerleşmiş oldukları siyah kemiksi yapı onlara bu ismi kazandıran iskeletleridir.

Yaman Koray’ın 1962 yılında yayımlanan “Deniz Ağacı” isimli romanı o dönem deniz sever okuyucular arasında oldukça popülerdi. Marmara Bölgesi deniz insanlarının hikâyesiydi ve romana “Deniz Ağacı” adını veren aslında bu canlılardı.

Deniz Ağacı; bir zamanlar Marmara Denizi’nin derinliklerinde ağaç denebilecek kadar büyüyebilen siyah mercanlar! Ama günümüzde, hemen hemen her Marmara canlısı gibi oldukça azalmış, hatta yok olma sınırına gelmiş canlılar. Tek tük bölgelere dağılıp karşımıza çıkanlar da bir “deniz ağacı” görüntüsünden çok uzak, ancak bir “deniz çalısı” diye nitelenebilecek boydalar. Ama günümüzde ‘kraça’ya istavrit, ‘çinekop’ irisine lüfer denmiyor mu? Deniz kirliliği bir yana aşırı avcılık da bu canlıların başlıca düşmanı olmuş.

Bir zamanlar dipte öylesine büyük mercan kolonileri keşfedilmiş ki, bunları çıkarmak için insan gücü yetmemiş, gövdelerine bağlanan halatlar ile deniz yüzeyinden çekilerek yerlerinden sökülüp çıkarılmışlar. Bunlar Marmara’da eskiye tanık olmuş insanlardan günümüze aktarılanlar.

Sonunda tükenmişler. Bu nedenle de avcılığı yapılmaz olmuş. Ama yine de onlar için en büyük tehdit çevre kirliliği ve yasal olmayan avcılık yöntemleri. Siyah mercanlar doğrudan bir su ürünü olarak hedeflenmiyorlar, ancak dolaylı yollardan avcılık onlara büyük zarar veriyor, son kalanlar da bu şekilde yok oluyor.

Özellikle trol zaten deniz diplerini hallaç pamuğu gibi atmış durumda. Sözde denetlenerek zarar en aza indiriliyor. Ama denetlenmeyen, daha doğrusu yanlış uygulanan bir başka avcılık türü ‘gırgır’ yöntemiyle yapılan sözde endüstriyel avcılık! Adalar çevresine ve tüm denizlerimize en fazla zararı olan bir ticari av şekli.

Aslında “Gırgır” bir derin su avcılık şekli. Daha doğrusu, atılan ağların dibe ulaşamayacağı şekilde yapılan bir avcılık türü. Gırgır teknesi balık sürüsünü bulduğu zaman ağlarını dökerek sürüyü çevirmeye başlar. Bunu beraberinde bulunan küçük bir yardımcı kayık ile gerçekleştirir.

Ağ takımı bir torba şekline getirilerek çevrilen sürü içeride kıstırılmış olur ve bu şekilde ağlar toplanmaya başlanır. Eğer sürü için ağlar örneğin 25 metreye atılmış da o bölgede deniz tabanı 40-50 metre hatta daha derinlerdeyse ve balık yasal tür ve boyda ise, bu avcılığın deniz yaşamına zararı olmaz (en azından öyle varsayılır). Ama torba dibi 25 metre hatta daha derinlere kadar uzanan bir takımla bu yöntem 18-20 metrelerde uygulanırsa, o zaman atılan ağlar deniz dibine ulaşır ve toplanma sırasında deniz dibini perişan eder ve büyük zarar verir. Aynı yasal olmayan trol avcılığı gibi.

Ne yazık ki Adalar çevresindeki balıkların ve diğer canlıların saklanacağı, yuvalanacağı tüm taşlıklar, bu şekilde avcılık sırasında takılmış ve kopartılarak terk edilmiş ağlar ile kaplanmıştır.

Sonuç olarak sadece balıkların değil, o bölgede bulunan tüm dip canlılarının büyük bölümü bu nedenle yok olur. Bunların en başında da siyah mercanlar gibi mercan türleri gelir. O nedenle çevremiz denizlerinde ancak gırgır teknelerinin ağlarının çok sıklıkla ulaşamayacağı derinliklerde bu canlılar yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır, benzeri pek çok deniz dibi canlısı gibi.

Siyah mercanların adalar yakınlarında görülebildiği yegâne bölgelerden biri de Balıkçı Adası’dır (Neandros). Ancak derin su canlıları oldukları için 45-50 metrelere ulaşmadan onları görüp fotoğraflamak imkanını bulamayız.

Su sıcaklığı, akıntıların tipi, tuzluluk oranı gibi etkenler nedeniyle bu canlılara daha sığ bölgelerde rastlanma ihtimali yok denecek kadar zayıftır. Ancak derin sularda bile kirlilik ve özellikle gırgır tekneleri onların yakasını bırakmaz.

Ticari lobi için siyah mercanların yaşamlarının, nesilleriniin tehlike altında olmasının hiçbir önemi yoktur. O nedenle kalmış küçük siyah mercan kolonilerinin bu denizlerdeki geleceğinin olmayacağı bellidir.

Bilimsel isimleri Savalia savaglia olan bu canlılar yüz yılda sadece 50 cm. kadar büyüyebiliyorlar. Bu demektir ki, bu sayfalarda fotoğrafları görülen mercanlar, bugün hayatta olan en yaşlı insandan bile çok daha yaşlıdır.

Çok ilginç bir gelişim süreci geçirirler. Aslında başka yumuşak mercanların üzerinde konuşlanır ve zamanla o mercanın üzerini sert siyah bir madde ile kaplar.

Bu şekilde üzeri kaplanan mercan esnekliğini gitgide kaybeder ve sertleşir, bu siyahlaşan iskeletin üzerinde polipler gelişmelerini sürdürür. Su üstüne çıkarılan mercanın dışındaki polipler öldükten sonra dökülürler ve ortada odun kömürü görünümlü siyah gövde kalır. İşte bu gövde daha sonra işlenip parlatılıp takı veya süs eşyası olarak kullanılır ve pazarlanır.

Bugün için bu canlılar koruma altına alındıklarından artık ticari bir madde olarak görülmezler. Buna karşılık dünya pazarlarında bilinen ‘siyah mercan’lar, bizim sularımızda bulunan Savalia savaglia’lardan daha makbul tutulurlar. Çünkü gerçek siyah mercanların kalsiyum karbonattan ürettikleri kendilerine ait yekpare bir iskeleti vardır. Ancak Akdeniz’deki Savalia savaglia’nın iskeleti yekpare değil esnek bir diğer mercan iskeletinin üzerine kaplamadır.

Bu nedenle süs eşyası yapımında gerçek siyah mercanlarınınki gibi kullanışlı değildir. Daha çok küçük parçalardan oluşan eşyaların yapımında kullanılmışlardı.

Sonuçta tüm olumsuzluklara rağmen Akdeniz’de koruma altına alınan siyah mercanlar, Marmara’nın son yıllarda endüstriyel ve evsel atıklar nedeniyle hızla kirlendiği için barındırdığı canlı çeşitliliğini büyük oranda kaybederken, yasal olmayan avcılık teknikleri çevreyi tahrip ederken hâlâ inatla varlıklarını sürdürüyorlar.

Doğanın dengesini korumak için çok önemli görevler üstlenen mercanlar, beslenme şekilleri ile sudaki oksijen miktarının da artmasını sağlarlar. Yazının sonuna sıkışmış bu cümle bile, bu canlıların doğa için ellerinden geldiğini yaptıklarının ve neden korunmaları gerektirdiğinin bir yanıtı.

Temiz denizi işaret eden siyah mercanın en güzel örneklerinin Marmara Denizi’nde hala varlıklarını sürdürmeleri denizlerimiz için, çevremiz için ve geleceğimiz için çok önemli. Bizler, süs eşyalarımızı üretmek için nasıl olsa sayısız yöntem bulabiliriz.

Yazı ve fotoğraflar: Ateş Evirgen

Exit mobile version