İğne Deliği Kamera

Dışarıdaki bir objenin ışıkla birlikte küçük bir delikten geçip içeride baş aşağı görünmesi bir sihir gibidir.

Fotoğraf yaklaşık iki yüz yıllık kısa tarih aralığında, hantal kameralar ve kimyasallarla yapılan işlemlerden günümüzde olduğu gibi anında görüntü oluşturup paylaşmanın mümkün olduğu bir duruma evrilmiştir.

Fotoğrafın zaman içerisinde gelişimine göz attığımızda, tarihi fotoğrafın icadından çok daha geriye giden “pinhole” yani iğne deliği kamera karşımıza çıkar. İğne deliği kamera modern kameranın öncüsü olarak düşünülen basit bir cihazdır. Sade bir anlatımla bir tarafının tam ortasında minik bir delik bulunan ışık geçirmez bir kutu olduğunu söyleyebiliriz.

Işık bu delikten içeri girer ve kutunun diğer tarafında ters bir görüntü belirir. Bu görüntü, görünen tarafa ışığa duyarlı bir malzeme koyulup pozlama yapıldıktan sonra bir kağıda aktarılabilir.

İğne deliği prensibi yüzyıllardır bilinmektedir. Işığı küçük bir delikten yansıtarak ters bir görüntü oluşturma fikri, filozofların ve bilim adamlarının zihnini büyülemişti.

Kayıtlarda bulunan en eski isim ilk gözlemleri yapan, belki de ışığı yakalayan ilk kişi Çinli bir filozof olan Mozi’dir. Genel olarak sevgiye çağrı ve tüm anlaşmazlıkları barışçıl yoldan çözmeyi talep eden bir felsefenin de kurucusu olan Mozi, çalışmaları boyunca ışığın düz çizgilerle hareket ettiğini keşfetti.

Yunanlı filozof Aristoteles de ışığı gözlemliyordu. Bir ağacın yaprakları arasından geçerek aşağıya düşen ışıkların, içinden geçtiği aralık hangi büyüklük ve şekilde olursa olsun daima dairesel bir şekilde olduğunu fark etti. Ayrıca güneş tutulması esnasında ay güneşin önünden geçerken aydınlık bölümün hilal şekline dönüştüğü zaman yere düşen yansımaların da hilal şeklinde yani güneşin aldığı şekille aynı olduğunu, delik ne kadar küçükse görüntünün de o kadar net olduğunu notlarına yazmıştır.

Sonralarda Alhazen olarak da bilinen Arap fizikçi ve matematikçi ibn-i Heysem görüntü oluşumuyla ilgili deneyler yaptı ve ışığın doğrusallığını ortaya çıkardı. Yazdığı kitabında bugünün fotoğrafçılığının temeli olan kavramı yani düz bir çizgide ilerleyen ışığın karanlık bir odadaki delikten içeri girdiğinde, dışarıda bulunan görüntünün ters olarak karşı yüzeye yansıdığını açıkladı. Böylece iğne deliği kameranın da keşfini yapmış oldu. Işık ve görme konusundaki çalışmaları, Leonardo da Vinci de dahil olmak üzere birçok Batılı bilim adamını etkilemiştir.

Sanatsal çalışmaları ve bilimsel buluşlarıyla ünlü Leonardo da Vinci, ışığın özellikleri ve nasıl çalıştığıyla ilgileniyordu. Da Vinci iğne deliği prensibinin insan gözünün gördüğü şekilde olduğunu fark etti. Objelerin üzerinden yansıyan ışık gözbebeğinden geçerek aynı şekilde ters dönmüş bir şekilde beliriyordu. Peki insan gözü neden görüntüyü ters değil de gerçekte olduğu gibi düz görüyordu?

Da Vinci bu sorunun cevabını bulamadı. Çünkü o zamanlar gözün optik sinirlerinin görüntüyü beyne ilettiğinde insan beyninin görüntüyü doğru şekle çevirdiği bilinmiyordu. Daha sonraları gelişmiş fotoğraf makinalarında bu işi yapması yani doğru tarafı yansıtmak için aynalar kullanıldı.

Da Vinci iğne deliği prensibinin aynı zamanda çizim için bir araç olduğu fikrini geliştirdikten sonra 15. yüzyıl sanatçıları çizim aracı olarak kullandılar. Bazı sanat tarihçileri, 17. yüzyıl Hollandalı ressam Johannes Vermeer’in resimlerinin altında yatan sırrın da bu olduğuna inanıyor.

Güneşi incelemek isteyen bilim adamları da bu cihazdan yararlanıyorlardı. Herhangi bir teleskoptan parlak güneş ışığına doğrudan bakmak zorlayıcı olduğundan, gözlerini korumak için güneşin yansıtılmış görüntüsünü inceliyorlardı.

Adına rağmen iğne deliği kamera aslında bugün bildiğimiz ve kullandığımız şekilde bir fotoğraf makinesi değildi. Görüntü kaydedebilme özelliği yoktu ve bu işlevsellik yüzlerce yıl boyunca ortaya çıkmayacaktı.

Dışarıdaki bir objenin ışıkla birlikte küçük bir delikten geçip içeride baş aşağı görünmesinin sihir gibi olduğunu söyleyebiliriz. Bu sihri yaratan İğne deliği kameraya daha yakından bakmak istediğimizde ışığı bir taraftaki küçük bir açıklıktan geçirip diğer tarafa yansıtan kutu şeklinde bir cihaz olduğunu söyleyebiliriz. Bunun olmasının sebebi ışığın düz bir çizgide hareket etmesidir. Parlak bir nesneden yansıyan ışınlar üçük bir delikten geçerken çaprazlar, ters döner ve baş aşağı olur.

Pihole tekniğini kullanmak, fotoğraf çekmek için en otantik yollardan birisidir. Ticari olarak satılan bir makine olmadığı için fotoğraf çekmek isteyen kişinin kendi el yapımı olan her biri kendine özgü basit makinalardır.

Kendimiz bir tane yapmak istediğimizde ilk etapta içini siyaha boyayabileceğimiz küçük dikdörtgen bir karton kutuya ihtiyacımız olacaktır. Kısa kenarlarından birine bir kalemle delik açtıktan sonra karşı kısa kenarı kare şeklinde keserek bir pencere oluşturmalıyız. Yağlı kağıttan bu kareyi kapatacak büyüklükte bir parça kesip tam üzerine gelecek şekilde bantla yapıştırdıktan sonra kameramızın artık hazır olduğunu söyleyebiliriz.

Kutuyu aydınlık bir ortama götürüp sadece kalemle açılan küçük deliği açıkta bırakacak şekilde üzerini siyah bir örtüyle örttükten sonra, örtünün altına girip baktığımızda kare şeklinde kestiğimiz kağıdın üzerine karşıdaki objenin ters bir şekilde yansıdığını görebiliriz. Karşı kenarda açtığımız pencereye kağıt yapıştırmamızın sebebi bu sihri gözlerimizle görebilmek içindir.

Görüntüyü kaydedip saklamak istediğimizde yağlı kağıt yerine, ışıkla temas ettiğinde değişen, ışığa duyarlı bir film yerleştirebilir ve fotoğrafını çekmek istediğimiz nesnenin önüne koyabiliriz.

Fotoğrafı oluşturmak için küçük deliği belli bir süre açık bırakıp daha sonra kapamak yeterli olacaktır. Bu makine ile gerçekleştirilen fotoğraf çekiminde netlik, vizör, diyafram gibi ışık ve görüntü kontrol mekanizmaları bulunmamaktadır. Aynı şekilde bu makinelerde fotoğrafın çekim süresi de çekim anında fotoğrafçının karar verdiği kadardır. Tüm bunlar iğne deliği kamera ile elde edilen fotoğrafı aynısı elde edilemeyecek eşsiz fotoğraflar yapmaktadır.

Pinhole kamera sadeliğiyle şaşırtıcıdır. En temel haliyle, bir ucunda ışığa duyarlı malzeme ve diğer ucunda bir delik olan ışık geçirmez bir kutudur. Belki de birçok fotoğrafçıya ilham veren şey de kendi fotoğraf makinasını yapma fikridir.

Kendi makinanızı yapmak, yalnızca fotoğrafçılığın gerçek temellerini öğrenmenin harika bir yolu değil, aynı zamanda sıfırdan fotoğraf çekebilen bir şey yaratmak da inanılmaz derecede eğlencelidir. Ayrıca bize fotoğrafçılığın biraz da sabır meselesi olduğunu anlatır.

Dijitalleşen dünyada iğne deliği kameralar yüksek teknoloji fotoğraf makinalarının gölgesinde kalmış olabilir ancak, kusursuzluk peşinde koşmayan, özgün fotoğraflar çekmek isteyen birçok kişi bu eski makinayı yeniden keşfediyor.

İğne deliği kamera bugün bile ışığın büyüsünün sembolü olmaya devam ediyor. Fotoğraf tarihindeki temel rolü, paha biçilmez önemine tanıklık ediyor ve bize her görüntünün temelinde her zaman ışık ve çok fazla hayal gücünün bulunduğunu hatırlatıyor.

Hazırlayan: Özgür Semerci

Exit mobile version